Mankurtlaştırılma sürecinde belleği tahrip edilerek çeşitli işkencelere maruz kalan birey, yok oluş sürecinde kendilik değerlerinden uzaklaşır. Ancak öyküde bozkurt bu süreçte, yenilmemiş, köpekleştirilmek istense de aslından uzaklaşmayarak dik duruşla ölümü tercih etmiştir. Toplumlar ideolojik baskı altında kaldıkları anlarda ya kitlesel bir uyanışla buna karşı koyar ya da boyun eğerek yok oluşlarını hızlandırırlar. Bozkurt da kurtluk duygusunun yok edilmek istenmesi karşısında duruşunu değiştirmemiş, yazarın söyleyişiyle “gururunu yitirmemiştir.” (s. 111) Bozkurdun kurtluk duygusundan uzaklaşmaması ile Türk kimliğinin korunması arasında ilgi kurulabilir. Sovyetler tarafından her türlü baskı ve zulme uğrayan Türk hakları da, yaşadıkları kimliksizleştirme siyasetine yıllarca dayanmış, “Türk” kimliğini kaybetme korkusunu derinden yaşayarak, ötekileştirmeye maruz kalmışlardır. 1991 yılında tam bağımsız olana kadar ötekileştirilmeye çalışılan Türk hakları, bağımsızlıklarını kazanmalarıyla özlerine/kimliklerine dönmüşlerdir.
2.3.2.2. Yozlaşma/Belleğin Yitimi
Günümüz dünyasında geleneksel yaşam biçiminden kopan birey, içinde yaşadığı topluma yabancılaşarak kaotik bir yok oluş sürecinin içine girer. Yozlaşma olarak tanımlanabilecek bu yıkım sürecinde birey kendisiyle ve çevresiyle çatışma içine girerek evrendeki konumunu kaybetme tehlikesi yaşar. Toplumsal normların dışına çıkan, köklerinden, değerlerinden uzaklaşarak yozlaşan birey; kültürel ve sosyal yaşamın da dışına çıkarak içgüdüsel bir travma yaşar. Bellek yitimi olarak da nitelenebilecek bu süreç, iletişimsizlik, yabancılaşma gibi toplumsal çürümenin de hazırlayıcısıdır. Yozlaşmışlık bir kader değil dönüşümdür. Bu yüzden “yozlaşmışlık değişim ve dönüşümü imkânsız kılacak bir unsur olamaz.”131 Aslına dönmek bireyin elindedir. Kendisine dayatılan hayatı reddeden birey, değerlerine sahip çıkarak sınırların dışına çıkabilir. Yozlaşmanın verdiği körlüğü öteleyerek kendi oluşunu kesinleyebilir.
Tölögön Kasımbekov’un gerek öyküleri gerekse romanlarında en çok üzerinde durduğu konu, toplumsal yaşamın devamını tehlikeye düşüren yozlaşmış kişilerdir. Öyküde yozlaşma izleği, insani değerlerden uzaklaşmış, etik bakımdan bozulmuş çoban ve köylüler aracılığıyla yansıtılır. Kozmosu kaosa çeviren yozlaşmış çoban, bozkurdun soyunun yok edilmesinde etkin rol oynar. Kendilik değerlerine yabancı çoban, öykünün başından sonuna kadar yok edici özelliğiyle, intikam duygusuyla insandan tirana dönüşür. Bozkurdun varlık alanına müdahale eden çoban onu kuyuya hapseder; “(…) insan sesleri yükseldi, ardından gölgeler göründü çukurda. Bozkurt hiç kıpırdamadan duruyordu. “geberdi mi yoksa? güya bize aldırış etmiyor. Kahrolası” (s. 108) bozkurdun düştüğü kuyu onun varlık alanının sonlanacağı ölüm çukurudur. Annelik içgüdüsüyle yavrularını kurtarmak için ölümü göze alan bozkurt, son anlarında bile “asilce” (s. 111) bir duruşla ölümü bekler. Bozkurdun bu dik duruşu içindeki kurtluk duygusuyla ilgilidir. Kırgızlar da General Çernyayev komutasıdaki keşif ekibinin Türkistan’a ilk adımıyla başlayan bir işgal sürecini yaşantılamış, yüzyıldan fazla bir süre özüne yabancılaştırılmaya çalışılmıştır. Ancak yıllar geçtikçe toplumun gelecek tasarımını oluşturan başta bilinçli aydın kesimin çabalarıyla aslına dönmüştür.
Körleşen, tiranlaşan çoban ise insani değerlerinden uzaklaşarak yozlaşır. Onunla birlikte etrafındaki insanlar da değerlerinden uzaklaşmış, bu vahşet karşısında sessiz kalarak vahşete tanıklık etmişlerdir. Canlı canlı derisi yüzülen bozkurdun kanlar içinde kalan bedeni onlar için hiçbir şey ifade etmemektedir; neticede o sadece bir hayvandır; “çıplak kalan bozkurt kendisini izleyen adamların arasında çırpınarak bir daire çizdi. Birden bütün bedeni titredi ve küt diye düştü yere. Tekrar kalmaya niyetlendi, kalkamadı. Kana bulanmış iç organları durdu, bozkurt bir inilti sesi dahi çıkarmadan oracıkta ruhunu teslim etti. (s. 111) Bozkurdun bu trajik ölümü karşısında kimse bir üzüntü duymaz. İnsani değerlerinden uzaklaşarak “kötülük” içgüdüsüyle donanan insanoğlu kendi olmayanı dışlayarak, canavarlaşan bir görünüme kavuşur.
Çoban adamın kurtla olan bu mücadelesi aslında ilk çağ insanının arketipsel görüngüsüdür. İlk çağdan beri insanoğlu vahşi doğanın kucağında hayatta kalmak uğruna vahşi hayvanlarla bir ölüm kalım savaşı içine girer. Bu savaş her iki tür için de tehlikeli bir oyuna dönüşür. Ancak zamanla insanoğlu aklıyla silah yaparak bu savaşta bir adım öne geçer. İnsan böylece “doğadaki etkinliğini ve yaşam alanını daha da genişlet(ir).”132 İnsanın, toplumsallaşmanın öne sürdüğü birlikte yaşama gereği kendi sınırlarını çizmesine yol açmış, ancak insanoğlunun açgözlülüğü ile çizilen sınırlarda kendi türü dışına yaşama hakkı tanımamıştır. Öyküde üzerinde durulan çoban ile kurdun çatışması da böyle bir sınır ihlali sonucu gerçekleşir. Kurt inini basarak anne kurdu öldürüp yavruları kaçıran adam, ilk çağ insanı gibi, “yeniden barbarlığa dönüş”133 sergilemiştir. Bellek yitimi olarak da tanımlanabilecek bu barbarca davranış bireyin değerlerine yabancılaşması sonucu oluşur. Çoban adam gibi çevresindeki köylüler de bir havyanın vahşice yok edilmesi karşısında seyirci kalarak “barbarca” bir duruş segilerler. Bu onların da zihinsel bir bulanıklık içinde olduğunu gösterir.
İnsanoğlu kendi içinde yaşadığı yaşamı yine kendisi yok eder. “Varoluş kaynakları için potansiyel bir tehdit mekanizmasına”134 dönüşen insanoğlu, evrensel bir yıkım gücü konumuna yükselir. Onun bu yıkıcı/tahrip edici tarafından en çok hayatının devamını sağlayan doğal yaşam etkilenir. Kurdun soyunun tükenmesi sadece kurdu değil doğal yaşamın enerjisini de etkiler. Çünkü doğada her şey bir devinim içinde gerçekleşir. Bu devinimin zarar görmesi doğa ile insan arasındaki uyumun da bozulmasına yol açacaktır. Yozlaşma izleği etrafında açımlanan insanoğlunun bellek mekânlarını tahrip etmesi, kültürel değerlerin de kopması anlamına gelir. Böyle bir kopuş nesnel bir yabancılaşmayı doğuracaktır. Nesnel yabancılaşmanın ortaya çıkması geçmiş ile gelecek arasındaki bağın zayıflamasına yol açarak bireyin ontolojik bir boşluğa düşmesine neden olur. İçinde yaşadığı toplumun tarihselliğinden uzaklaşarak değerlerine yabancılaşan insan sadece kendisi için değil bütün toplum için tehdit teşkil eder. Dede Korkut hikâyelerinde anlatılan Tepegöz’ün Oğuz toplumunun başına getirdiği felaket bir çobanın suçudur; ancak onun tecavüz gibi insanlık dışı işlediği günahın toplumu, bütün Oğuz toplumunu derinden sarsar. “Bozkurt” öyküsünde “ötekini” temsil eden Çoban adam da böyle bir yabancılaşmanın içinde niceliksel bir bocalayış yaşar. Onun yaptığı insanlık suçu ve kıyım sadece kendisini değil, bütün toplumu etkileyecek bir yabancılaşmanın СКАЧАТЬ
130
Erich Fromm,
131
Terry Eagleton,
132
M. İlin; E. Segal,
133
Jose Ortega Y Gasset,
134
Ramazan Korkmaz,