Savaş devrinde yazılan edebî örneklerin istatistiği elimizdedir ve bunların geneli gazetecilik alanına aittir. Buradaki özdeyişler ve heyecanlar daha fazla ve daha güçlüdür. Kahramanlıklar hep ön plâna çıkarılıyor ve o konuda fikir yürütülüyor; ancak işin ilginç tarafı savaş sonrası edebiyatı mutlaka savaş dönemi edebiyatına dayanmakta ve onun gazeteciliğine güvenmektedir. Kısaca, o devrin verilerinden faydalanmaktadır. Bir edebiyat, önceki edebiyatın varisidir. Elbette savaş sonrası edebiyatı, savaş devri edebiyatından, arşivlerden ve diğer resmî belgelerden faydalanabilir. Savaş devrinin edebiyatı neyi hazmetmişse, gazetecilik alanındaki bütün karmaşıklığı ile birlikte kendinden sonra gelen edebiyatın temeli olmaktadır. “Dolu” romanı bunun en bariz örneğidir.
Genelde Karabağ Savaşı ile ilgili olarak şimdiye kadar okuduğum ve pek fazla olmayan eserler içinde “Dolu” romanı kadar dolgun ve geniş bir eser okumadım. Benim düşünceme göre Akil Abbas’ın Karabağ bölgesinin toplumsal-siyasî, coğrafî ve sosyal muhitini çok güzel biliyor, bura insanının nelere muktediri olduğundan haberdardır ve bu da eseri daha farklı kılmaktadır. Akil Abbas, Karabağ’ın en tanınmış aydınlarından en şirret gençlerine varasıya kadar hepsini çok iyi tanıdığı için oluşturduğu sosyo-etnografik manzara son derece gerçekçi ve tahlilcidir. Eserde bütün detaylar en ince ayrıntısına kadar göz önünde bulundurulmuştur. Meydana gelen savaşın coğrafî-etnografik fonu veya oluşacak anlaşmazlıkların görüldüğü çevreyi çok iyi tanıdığı için her şeyi romanda kesin çizgileriyle tasvir edebilmiştir. Bu olaylar nasıl başladı, Dünyanın En Zengin Şehri akla hayale sığmayacak bir kolaylıkla düşman karşısında teslim bayrağını çekti! Romanın konusu bile, daha çok yazarın oluşturduğu manzaranın kendisidir. Yani eserin konusu, o manzarayı bütünleştirmekte, kesin çizgileriyle belirtirsek okuyucuyu konu peşine takıp götürmüyor, okuyucu konuyu takip etmiyor, süjelerde sürekli olarak bir mecburiyet oluşuyor. Romandaki konularda bir vecizelik hâkimdir. Sanki belirli bir süje ortaya atılıyor ve çıkan sonuç da o manzarayı tamamlıyor, ona yeni çizgiler kazandırıyor.
Bence bu eser daha çok karakterleri ifade etmektedir. Burada Dünyanın En Zengin Şehri’nin de, buraya edilen müdahalenin de kendine has karakteri vardır. Çünkü müdahale bir süreç olarak sunulmamakta, bir karakter olarak yansıtılmaktadır. Ayrıca Karabağ’ın işgalinin kendisi de, işgale yardımcı olanlar da bir karakter olarak takdim edilmektedir. Romanda karakterlerin birbirlerinden ayrılmasını değil birleşmesi sürecine şahit olmaktayız, dolayısıyla bu durum da gözümüzün önünde bir manzara canlandırmaktadır. Zaten herkesin gözünde bir Karabağ yarası yer etmiştir ve bu yara zaman zaman belirginleşerek bir eşzamanlılık (senkron) anına, bir kader yazgısına çevrilmiştir. Yazıda bir süreç yer tutmaz, daha doğrusu yazı sürecinin anlamla herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Kullanılan süreç işin teknik yönüdür, romanda da bu özellik göze çarpmaktadır. Akil Abbas’ın önceki eserlerini de okumuşum, onlarda da durum aynıdır. Abbas, olayları elastikî olarak zihinlerimizde oluşturduğumuz manzaraya, yani Karabağ’ın işgali sürecine dâhil edebilmiştir. Bizler zaten Karabağ ve onunla ilgili olayları hukukî ve siyasî olarak değerlendirmede herhangi bir problemle karşılaşmamışız. Karabağ’da oluşan süreçlerle ilgili belgeler konusunda da kendi değerlendirmemizi yapmışız. Konu, devlet seviyesinde belirli bir değerlendirmeye tabi tutulsa da, edebiyatın yaptığı analizin bambaşka olduğunu Akil Abbas’ın romanını okuduktan sonra anladım; çünkü, devletin değerlendirmesinde insan faktörü göz önüne alınmaz, alınmış olsa da çok cılız kalmaktadır. “Dolu” romanında bu faktör, diğer taraftan maddî ve manevî değerlerimiz en ön plândadır. Bu değerlerimizin, Karabağ savaşlarında hangi rolü üstlendiğini yalnızca edebiyat ve sanat bir bütün olarak yansıtabiliyor. Kısacası, Dünyanın En Zengin Şehri karakterini devletin belgelerinde bulamazsınız, o, yalnızca edebiyatta geçer ve Akil Abbas da bunu becerebilmiş bir yazardır. Bu, Ağdam şehrine verilen en güzel değerdir. Bizim neyi kaybettiğimizi düşünmemiz konusunda en gerçek ifadeleri edebiyat dile getirmektedir. Bir an, Karabağ’da musikimizi, sanat icra eden sesimizi, kısaca romanda dile getirildiği gibi Kadir Rüstemov’un sesini yitirdiğimizi düşünecek olursak, bunu da ancak edebiyat dile getirebiliyor. Sonra bu roman edebiyatın da ciddî bir tarihi yansıttığını ifade etmektedir. Ayrı ayrı insanlar, örnek olarak Ağdam’ı savunanlar, onların ilginç kaderleri, hepsi bu romanda çok güzel tasvir edilmiştir. Romanda geçen kahramanlardan bazıları vaktiyle suç işlemiş, Akil Abbas o suçluluğun da anatomisini ana hatlarıyla ortaya çıkarmış, bu insanların neden suça yöneldiklerini de güzel bir şekilde sunmuştur. Ağdam şehrinde suç işlenmiş ve bu suçların bir hükümet bir de başka yönü var. Hükümetin suçladığı ve hapse tıktığı insanlar nasıl oluyor da Rusların aşırı desteğiyle Ermenilerin şehri işgal hareketine karşı en önce karşı koyuyor? Örnek olarak halk niçin o suçlularla birlikte omuz omuza çarpışarak kendini ifade etti!? Bu gibi soruların cevabı “Dolu” romanda vardır. Bu, Akil Abbas’ın en büyük buluntularından, daha doğrusu gerçekleri söylemek bağlamındaki keşiflerinden biridir. Her seferinde suçluların bulunduğu atmosfere yukarılarda pek de iyi sözler ifade edilmemesine rağmen halk ve çevre onlara dayanmakta, onlara güvenmektedir. Hatta resmî daireler de onlara önem vermek mecburiyetinde kalıyor. Yönetici kurumlar parçalanabilir, hâkimiyeti elde etmek için her türlü faaliyete yönelebiliyor, ancak suçluların oluşturduğu kurum parçalanmıyor ve hâkimiyeti elde etmeği göz önüne bile almıyor. Sanki onların genetik yapısında bağımsızlığı savunma vardır. Bundan dolayı onlar halkı savunma sorumluluğunu üstleniyorlar. Romanda göze çarpan en önemli öğelerden birisi budur.
Olaylar kendi akışına devam etse de At Belinde Olan Adam kendi iğrenç işlerini devam ettiriyor, aynı duyguyu evlatlarına da miras bırakıyor, onlar da şartlara göre bunu yaşatıyorlar. Bu durumda bile yine cezalandırılanlar aynı suçlanmış kurum oluyor, suçlulukla herhangi bir ilgileri bulunmasa bile. Hayat yine de onlar için son derece tezatlarla dolu ve çekilmez oluyor. Bu da şu anlamı taşıyor; halk, kendi ruhu ve benliği ile içinde yaşadığı devletinin kendine ait olmadığını anladığı anda ister istemez suça yöneliyor. Yani, halkın karakterini, millî benliğini, etnik gücünü, kısaca özünü yansıtan onun kendi devletidir. Bu da, romanda çok güzel bir dille işleniyor ve düşünülen devlet ortada bulunmadığı anda halkı suçlanan kesimin savunacağı ortaya çıkıyor. Onlar ölüme hazır güçlerdir. Kendi konumunu savunan At Belinde Olan Adam ve onun gibileri ise kendi menfaati peşindedir. Ne yazık ki, Ağdam’ı savunan suçlanan muhitin insanları ise dağınıktır. Ne kadar saf ve temiz olsalar da, suçluluğun deneyimleri de onlarda mevcuttur. İşte bu detaylar onların birleşmesine, el ele vermesine engel oluyor. Onlar yalnızca toplumun menfaati söz konusu olduğu zaman omuz omuza verebiliyorlar. Atılgan oldukları için verdikleri sözü tutup halkın kendilerine inanmasını ve güvenmesini sağlıyorlar. Erkeklik denilen ahlâka sahipler. Diğer taraf ise yalnızca kendi vasıfları doğrultusunda yürüdüğünden birleşemiyor. Eserin en başarılı yönlerinden birisi de yazarın olayların başladığı zaman oluşan şartları etnografik, sosyal, siyasî ve biyolojik yönden kesin çizgilerle ifade etmesidir. Halkın genlerinde bulunan bağımsızlıkla ilgili enerjinin daha çok suçlananlarda kendini göstermesi ve bu kurum vasıtasıyla anında yankı bulması ve halkın özünü ifade eden devlete duyulan istek romanda yansıtılıyor.
Roman, СКАЧАТЬ