Üşkempir tek oğluna kas gücü gerektiren işler yaptırarak terbiye etti, eğitti ve yetiştirdi. Bazen dokundurarak konuşup oğlunu daha iyi çalışması için sözleriyle kamçılardı. Babasının:
“Jakay’ın gücü az olduğundan mıdır nedir bilmem ama sesi ince” dediğini duyduktan sonra gücünü artıracak, kuvvetlendirecek iş olan hiçbir işten geri kalmazdı.
Tegistik köyünün en önemli işi kışa hazırlık, hayvanlar için ot biçmek, erzak hazırlamaktı. Aksakallar birkaç çocuğu bir sıraya dizip, ellerine tırpan vererek ot biçtirerek yarıştırırlardı. Yemyeşil yonca tarlasına dört yiğit aynı anda girdiği zaman yaş otu biçtikleri tırpandan çıkan ses ile otun hoş kokusu etrafı sarardı. İki üç aksakal biraz ötede oturur kımızlarını içerken gözlerinin kenarıyla tırpanla ot biçmekte olan yiğitlere bakarlar ve koyu koyu sohbet ederlerdi.
Yetmişli yılların ortalarında henüz yaşlı insanlar çoktu. O zaman köyde namaz kılmayan, sakal bıyık bırakmayan ihtiyar neredeyse hiç yokmuş gibi görünürdü. Aksakalların bir araya geldikleri yerlerde birbirlerine gösterdikleri saygı ve onların sohbetleri, çocuk gördüklerindeki merhametlilikleri o zamanki çocukların hiçbir zaman unutmayacakları bir görüntüydü.
Jaksılık kendi yapısının başkalarına nazaran daha küçük oluşuna rağmen hep grubun önünde olmaya gayret ederdi. Ot biçme yarışına hakemlik eden aksakallar bunu fark edip:
“Aferin, Üşeke’nin oğlu çıktı öne!” dediklerinde, bu övgü kuvvetine kuvvet, gücüne güç katardı ve yanındakiler yoğurt çorbası içerken bile Jakay durmazdı. Bir evin yoncasını biçtikten sonra diğer evinkine geçerlerdi. Köydekiler aynı yonca tarlasını yaz boyunca üç kez biçerlerdi.
Jaksılık kendi evlerininkinden başlayarak komşuları ile akrabalarının yoncalarını daha kendisine kimse söylemeden biçerdi ve henüz güneş doğmadan eline aldığı tırpanıyla öğlene kadar bütün işleri bitirirdi. İki üç gün sonra kuruyan yoncayı dirgenle ters çevirir, bir gün sonra da tekrar gidip toplar ve balyalardı. Bu kadarını yaptıktan sonra ihtiyarlar Üşeke’nin çalışkan oğlunu övmesinler de kimi övsünler! Akşamleyin aksakallar eve gelip çay içerlerken Batima yengelerine torununu överlerdi. O zaman Batima Hanım Küntöre’ye unun arasına koyarak sakladığı yılkı etinden yapılan sucuklarını çıkarttırıp yemek yaptırır. Yemek hazır olana kadar ihtiyarlar Jakay’a beyit olarak okunan “Kahramanlık Destanını” söyletir ve dinlerdiler. Birlikte oturup sohbet ederek hoş bir vakit geçirirler. İhtiyarlar ev işlerine yatkın ve çalışkan oğlunu övdükçe babaannesi mutlu olur ve gururlanırdı. Babası Üşkempir ise oğlunun sırtını sıvazlayıp, alnından öpmezdi bile. “Oğlana sert davranmak” lazım diyen babanın tutumu onu yapmasına izin vermezdi. Sadece bazen babaannesine:
“Oğlunuz adam olmaya başladı” derdi, memnun kaldığında.
Öyle anlarda Jaksılık mutlu olur, sevinirdi. Eskisinden daha da gayretli olurdu ve işleri canla başla yapardı.
Üşeke üç çocuğunu da şımartmazdı. Kendisi çok erken yaşta çalışmaya başladı. Sonra kolhozun muhasebecisi olmasına rağmen üç hektar pancar tarlası alıp ailesiyle birlikte çalıştı. Küntöre dersten çıkan çocuklarını yanına alıp tarladan çıkmazdı. “Şu pancar işlerinde iyi çalışırsanız size bisiklet satın alacağım” diye onları heveslendirirdi babaları. Jaksılık kendisiyle yaşıt çocukların bindiği bisikletin hayalini birkaç yıl kurduktan sonra ona zar zor ulaşmıştı. O zamanki sevincini bir görseniz. Bisikleti Altınkül ile birlikte sırayla sürerlerdi ve arkasına küçük Şırınkül’ü bindirirlerdi. Bisiklet aldıkları ilk gün hevesleri geçene kadar oynamışlardı.
Pancardan elde edilen kârı doğru kullanmayı ve ailenin ihtiyaçlarına harcamayı da yine babası bilirdi, o karar verirdi. Önce ailenin ihtiyaçlarını, sonra üç çocuğun okul ihtiyaçlarını karşılar ve kıyafetlerini alırdı. Ancak bunlardan para arttıktan sonra biricik oğluna bisiklet alabilmişti.
Sekizinci sınıfı bitirdiği yaz babası Jaksılık’ı Aben adındaki bir çoban akrabalarına gönderdi. Orası Şagan gölü kıyısında bulunan Şalke denilen bir yerdi. Etrafındaki ekinler ise sovhoza aitti.
Gelir gelmez Jakay koyunları gütmeye çıktı. Eskiden arkadaşı Orazalı ile birlikte bütün yaz boyunca Moyınkum’da koyun gütmüşlerdi ve bu konuda tecrübeliydi. Ancak burada koyunu otlatırken eşekle dolaşıyorlardı. Sürüsü otlamaya başladığında çizmesinin içine koyarak yanında götürdüğü kitabı çıkarıp, temiz havada güzel güzel okurdu. Bir keresinde kendisi kitaba dalmış, sürüsü ise sovhozun ekinine girmişti. Hemen eşeğine binip koyunları ekinden çıkarmak için baya ter dökmüştü. Normalde hızlı olan eşeği o gün doğru düzgün yürümediğinden canını biraz sıkmıştı. Ayaklarıyla ne kadar tekmelese de eşeği hiç yürütemedi. Kendisi solak olan Jakay sol eliyle eşeği kamçılamaktan yorulunca sağ eline alıp eşeğe vururken kamçının ucu kendisine değmişti. Kızılcık ağacından sapı olan kamçının ucuna bağlanan tel sol elinin dirseğini kesmiş kolunu kanatmıştı. Sinirlenen Jakay eşekten sıçrayarak inip koyunların peşinden kendisi yaya koşmaya başlamıştı. Kolundan akan kana aldırış etmeden canla başla uğraşarak koyunları ekinden çıkarıp bir araya topladı.
Kolunun kanaması dursa da ertesi gün dirseği bir hayli şişti. Jakay bahadır yine de kimseye şikâyet etmeden, fark ettirmeden sürünün peşinde dolaşmaya devam etmişti. Çocuğun sol kolunda bir ağrı hissettiğini fark eden Aben Amcası:
“Jakay, buraya gelsene” deyip yanına çağırıp gömleğini çıkarttırdı. Zar zor hareket ederek soyunan çocuğun şişmiş dirseğini görünce:
“Eyvah, oğlum, bu da ne? Neden söylemedin? Şunu babaannen görürse beni mahveder. Ne diyeceğim onlara?” deyip içi parçalandı ve hemen bir koyunu kesti. İrin toplayıp şişmiş olan yaraya koyunun çiğ kuyruk yağını daha sıcakken koyup üzerini sardı. Jaksılık’a genç hayvanın etinden yedirip, çorbasına doyurup, yorgana sarıp yatırdı.
“Şu çocuğun dayanıklılığına bakın hele” diye şaşkınlığını da gizlememişti. Bunu yengesiyle de paylaştı.
“Oğlunuz dayanıklıymış, yenge, bu çocuktan bir şey çıkacak, eminim” demişti. Babaannesi “âmin” deyip, elini yüzüne sürdü.
Jakay ise Kazak halk hekimliğinin bu tedavisinden sonra ertesi gün iyileşmişti. Sabahleyin uyanan çocuk kolunun eskisi gibi zonklamadığına sevinerek sargısını çözüp baktı, mucizevi kuyruk yağı irinin hepsini emmişti. Zonklayarak ağrıyıp ağırlaşan sol eli artık çok hafifti. Yaşanan bu durumdan dolayı çok utanan Aben amcası da hastalığın acısını çeken Jaksılık da bu duruma sevindiler. İki, üç gün sonra yara kabuk bağlamaya başladı. Küçüklüğünden itibaren emeğe, çalışmaya ve dayanıklılığa alışkın olan Jaksılık’a bu özelliğinin daha sonra sporda da nice başarılar için önemli anlarda çok yardımı olacaktı. Sovyetler Birliği takımındayken de on beş cumhuriyetten toplanan aslan gibi yiğitler onun dayanıklılığını her zaman takdir etmiş ona “Dayanıklı Jak” lakabını takmışlardı…
Tek Kavgası
СКАЧАТЬ