O zamanki odunun türü çalı çırpıydı. Bütün gün boyunca pancar tarlasında çalışan Küntöre eve döndüğünde sırtında odun getirirdi. Güneş batarken işten dönüp, ne kadar yorgun olsa da yemek yapmaya başlardı. O zaman, “yardım edecek yaşa geldin, hem kız olarak ev işlerini öğren” deyip, Altınkül’e: “ocağın altına ateş yak” deyince yaramaz kız kardeşinin elinden tutup oyuna kaçardı. Annesine acır, hep desteğe Jaksılık koşardı, yardımseverliğinin sınırı yoktu. Annesinin yanında “yenge, yenge” diye dolaşarak ocağa ateş yakar, semaveri kaynatır, yardım etmekten hiç üşenmezdi. Arada bir de ılık su doldurarak babaannesinin ibriğini hazırlamayı da ihmal etmezdi.
“Jakay’ım benim yardımcım. İyi kalplim! Bu iyiliğini Allah karşılıksız bırakmasın! Sana da kendi evlatların böyle hizmet etsin, hayırlı evlat olsun!” diye babaannesi torununa hep hayır dua ederdi.
Bahtlı çocukluk çağın mutlu anlarından biri sabahleyin güneşin ilk ışığı yüzüne vurup uyandırdığında gönlün sevinçle dolarak, yeni günü karşılamak için acele edişiydi. Jakay’ın çocukluğunun her günü böyle neşeli ve mutlu geçtiği söylenebilir. Sevgi ve merhametle büyüyen çocuk hayatı sevmeyip ne yapsın? Aile sıcaklığını hissederek büyüyen nesil gelecekte Vatanını da kendi evi gibi görecek ve sevecektir.
Jakay’ın çocukluk çağındaki en güzel an, güneşin pencereden içeri girip tüm nurunu saçarak uyandırmasıdır. Zayıf esmer çocuk kollarını ve bacaklarıyla gerilerek uyanırken bembeyaz başörtüsüyle kapıdan içeriye babaannesi güneyin nuruyla girerdi. Elindeki ahşap kap kımız dolu olurdu.
“Benim Güneş’im uyandı mı? Bizim evin Güneş’i doğdu mu? Işığım benim!” deyip eğilerek alnından koklayıp eline kabı tutuştururdu. Pencereden giren Güneş ışığı beyaz kaptaki ak kımıza vurunca yansıyan ışık göz kamaştırırdı. Jakay, elini yüzünü yıkamadan babaannesinin verdiği kımızı içip yerinden kalkardı.
Böyle bir babaanne merhameti, Güneş’in nuruyla ak kımızın ekşimsi tadı hayatı boyunca Jaksılık’ın aklında kaldı. Babaannesini özlediğinde gözünün önünde işte bu manzara canlanırdı.
Talas kıyısındaki Kazak köyünün hayatı güllük gülistanlıktı. Yaz günlerinde çocuklar gürültü yapıp, sokağın tozunu kaldırarak oynarken köyün büyükleri sovhozun5 işlerinde çalışırlardı. Namazlarını kazaya bırakmayan ihtiyarlar oruçlu olsalar bile yazın sıcağında tırpanla ot biçerlerdi. Jakay’ın babaannesi de gece yarısında teravih namazını kılar. Jakay Ramazan ayında termostan çay içip, lezzetli gözleme yemek için babaannesiyle birlikte sahura kalkar. Yazın hemen tan atıp vakit çıkmaması için Küntöre sahurun çayını termosa koyardı. O çaydan yudumlayıp, Jakay da yarı uykulu yarı uyanık halde babaannesinin okuduğu duaya âmin der, elini yüzüne sürüp orucunu tutardı. Dedesi hayattayken eve alkollü içecekleri sokmak şöyle dursun, sucuk, tuzlanmış salatalık gibi yiyecekleri “Rusların aşı” diye sofraya yaklaştırmazdı. Bu alışkanlık dedesi vefat ettikten sonra da bu evin geleneğine dönüştü.
Yetmişli yılların ortalarında köyde ihtiyarların sayısı çok fazlaydı. İhtiyarların terbiyesini görerek büyüyen Jakay’a namaz kılmayan, sakalı bıyığı olmayan ihtiyar yok gibi gelirdi. Aksakalların bir araya geldikleri ortamlarda birbirlerine gösterdiği hürmet, onların sohbetleri, çocuk gördüklerindeki sergiledikleri merhametin yeri başkaydı. Bu terbiyeyi görerek yetişen nesil için bunlar önemli bir örnek, eğitimdi. Jaksılık için yeryüzünde babaannesinden üstün, ondan değerli kimse yoktu. Babaannesi de Jakay deyince canını dahi vermeye hazırdı. Ailedeki diğer insanlara sormasa da öncelikle Jakay’ın sevdiği yemeği hazırlatırdı. Jakay’ın sevdiği yiyecek ise koyun dili yemeğiydi. “Benim oğlum kalabalık önünde konuşacak hatip olacak” der, babaannesi çocukluğundan beri dil yedirerek Jakay’ı alıştırmıştı.
“Ne bilelim, oğlunuzun henüz hatip olacak bir insan gibi doğru düzgün bir laf ettiğini görmedik ya. Sadece sizin verdiğiniz dili yiyip, ağzını açmadan sessizce oturuyor” diyerek Üşkempir her zamanki gibi annesine takılırdı.
“Halkın önünde konuşacak hatip olacak, göreceksin! Oğlum çok kitap okuyor, onları beynine kazıyor. Almatı’ya gidip beş yıllık eğitim alıp, hatip olmayı öğrenip gelecek” diyen babaannesinin Jakay’ın geleceğine dair ümidi büyüktü.
Eski bir makamla mırıldanarak şarkı söyler dururdu. Jakay öyle anlarda dışarıdan eve girer girmez babaannesinin kucağına girer. Babaannesi eğirmekte olduğu ip ile yünü hemen sağ tarafına koyup, torununun kuyruğuna vurarak nazlandırmaya başlardı. Torunu ise babaannesinin kimsede olmayan kokusunu içine çekerek önünde yatar…
Sofra kurulunca “Jakay’ı başköşeye oturtun” der ve babası Üşkempir’in yanına kalın bir minderi koyup torunu gelmeden kimseye yemek yedirmez.
“Jakay, çabuk gel!” diyerek elini yıkamakta olan çocuğu bekler.
“Vay canına, oğlun gelene kadar açlıktan karnımız guruldayarak bekleyeceğiz artık, o gelip başköşeye yerleşene kadar bekleyeceğiz” diyerek Üşkempir annesiyle şakalaşırdı.
“Jakay’ım halkına öncü olsun, diye onu başköşeye oturtuyorum. Sen daha göreceksin, Jakay’ım liderlik edecek, halkın öncüsü olacak! İşte, geliyor benim yavrum” deyip minderin üzerini eliyle çırparak oğluna yer gösterdi. Jaksılık ise babaannesinin çok fazla üzerinde titremesinden dolayı utanarak gelip mindere oturur.
“Anne, siz neden benim Jakay gibi olduğum dönemde bana böyle davranmadınız. Şimdi ben en kötü bir ilçeyi yönetirdim ve siz de ilçe başkanının annesi olurdunuz.” diyerek oğlu annesini sözleriyle iğneledi.
“E-e-e, yavrum, ‘göre göre bilge’ olursun dedikleri şey buymuş. Senin çocukluğunda ben ne biliyordum ki? Şimdi etrafıma bakarak ve insanlarla ilişkiler kurarak böyle şeyleri öğrendim ya. Şu kötü anana küsme, koyun güdene akıl sorma derler. Babanın ikimizi koyunların peşinde göndermekten başka ne gördük dersin? Ben olamasam da sen ilçe başkanının babası ol! Göreceksin, bütün iyiliği şu esmer çocuktan göreceksiniz” deyip, ortadaki tabaktan bir kemikli eti alıp önce kendi oğluna verir. Jakay için pişirilen dili alıp torunun eline tutuştururdu.
Böyle büyük hayalle, ümitle yetiştirdiği Jaksılık daha sonra sadece babaannesi ile babasının değil, bütün Kazakların adını dünyaya tanıttı. Dünyanın neresinde olursa olsun, babaannesi rüyasına girerdi. Babaannesini rüyasında gördüğü gün işleri düzelirdi.
“Bugün babaannem rüyama girdi. Bundan otuz sene önceki hâliydi, başı bembeyaz bir başörtüsüyle kapalıydı. Eski bir makamla mırıldanarak şarkı söylüyor ve ip eğiriyordu. Ben ise babaannemin koynuna kafamı koyup hiçbir şeyi düşünmeden peynir yiyorum.” deyip, halkının ümidini gerçekleştiren bahadır oğlan dünyaca ünlü olduğu zamanlarında bile babaannesini hep hatırlar ve yâd ederdi.
Emeğin Tadı
Üşkempir’in ailesinde baba ayrı bir yere sahipti. Büyük СКАЧАТЬ
5
Sovhoz. Sovyet Devrimi sonra, Kooperatif mülkiyetini gerçekleştiren kolhozların yanında devlet çiftlikleri olarak kuruldu.