Hacı Murat’ın ekibi, o gece Prens Vorontsov’u görmeye gelen Han Mahoma’nın da aralarında bulunduğu beş kişiden oluşuyordu. Al yanaklı, yuvarlak yüzlü, siyah kirpiksiz gözleri ve ışıltılı ifadesiyle, yaşam sevinciyle dolu bir adamdı.
Hemen yanında, kaşları birleşik, tıknaz, kıllı bir adam olan Avar Hanefi vardı. Hacı Murat’ın tüm mülkünden sorumluydu ve ağzına kadar doldurulmuş heybeleri taşıyan bir atı tutuyordu. Onun ekibinde özellikle iki adam çok dikkat çekiciydi. Kadın kadar ince belli, geniş omuzlu, kumral, sakalı henüz çıkmaya başlamış, koyun gözlü, yakışıklı bir erkek olan Eldar bunlardan biriydi. Diğeri ise bir gözü kör, kaşı ve kirpiği olmayan; yüzünde burnundan başlayan bir yara izi ile kızıla çalan sakalı bulunan müridi, Çeçen Hamzalo idi.
Poltoratskiy, yolda beliren Vorontsov’u işaret etti. Hacı Murat atını ona doğru sürdü, sağ elini kalbinin üzerine koyarak Tatarca bir şeyler söyledi ve durdu. Çeçen tercüman onun söylediklerini tercüme etti.
“ ‘Kendimi Rus Çarı’nın korumasına teslim ediyorum.’ diyor.” ‘Ona hizmet etmek istiyorum. Bunu uzun zaman önce yapmak istiyordum ama Şamil izin vermedi.’ ”
Vorontsov, tercümanın ne dediğini duyduktan sonra, deri eldivenli elini Hacı Murat’a uzattı. Hacı Murat, bir an tereddütle ona baktıktan sonra tekrar bir şeyler söyleyerek onunla tokalaşırken önce tercümana, ardından Vorontsov’a baktı.
“Serdar’ın oğlu olduğun için senden başkasına teslim olmak istemediğini söylüyor ve sana çok saygı duyuyor.”
Vorontsov teşekkür etmek için başını eğdi. Hacı Murat çevresindekileri göstererek bir şeyler daha söyledi.
“Diyor ki bunlar onun müritleri, onun gibi Ruslara hizmet edeceklermiş.”
Vorontsov o tarafa dönerek onları da başıyla selamladı. Neşeli, kara gözlü, kirpiksiz Çeçen Han Mahoma da başını salladı, Vorontsov’a kendi dilinde bir şeyler söyledi; muhtemelen komik şeylerdi çünkü kıllı Avar, beyaz dişlerini göstererek sırıttı. Ama kızıl saçlı Hamzalo’nun tek kırmızı gözü sadece bir anlığına Vorontsov’a bakmakla yetindi, ardından yine atının kulaklarına odaklandı. Vorontsov ve Hacı Murat maiyetleriyle birlikte kaleye geri döndüklerinde, askerler gruplar hâlinde toplanmış, hatlardan ayrılarak kendi aralarında konuşuyorlardı:
“O lanet olası adam ne çok cana kıymış! Ve şimdi onu kim bilir nasıl baş tacı edecekler!”
“Başka ne olacaktı ki! O, Şamil’in sağkoluydu; artık çok daha kıymetli olur!”
“Yine de inkâr yok! Yiğit bir adam o, yaman bir asker!”
“Şu kızıl saçlıya bakın! Tıpkı bir yaban hayvanı gibi gözlerini kısarak sinsice bakıyor!”
“Öf! Sadece itin biri o!”
Özellikle kızıl saçlı hepsinin ilgisini çekmişti. Kafile odun kesilen yerden geçtiği sırada, yolun yakınında bulunan askerlerin tümü Hacı Murat ve adamlarını daha yakından görmek için öne doğru atıldılar. Subaylardan biri hemen onlara çıkıştı ancak Vorontsov, “Bırakın eski dostlarına bir baksınlar.” dedi.
“Bunun kim olduğunu biliyor musun?” diye ekledi, en yakındaki askere dönerek ve kelimeleri İngiliz aksanıyla yavaş yavaş söyleyerek.
“Hayır, komutanım.”
“Hacı Murat. Onun adını duydunuz mu?”
“Nasıl duymam komutanım? Ona kaç sefer dayak attık!”
“Evet ama oldukça çok dayağını da yediniz.”
“Evet, bu doğru, komutanım.” diye cevapladı asker, komutanıyla konuşma fırsatı bulmuş olmaktan dolayı mutluydu.
Hacı Murat, kendisi hakkında konuştuklarını anladı ve gözlerinin içi neşeyle güldü. Vorontsov da çok neşeli bir ruh hâli içinde kaleye döndü.
VI
Genç Vorontsov, Şeyh Şamil’den sonra Rusya’nın baş ve en aktif düşmanının yanında Hacı Murat’ı kendi saflarına çekme fırsatını yakalamış olmaktan dolayı çok mutluydu. Burada tek bir mesele kendisini rahatsız ediyordu: General Meller Zakomelskiy, Vozdvijenskaya’daki ordunun komutanıydı ve bütün mesele onun aracılığıyla yürütülmek zorundaydı. Vorontsov, hiçbir şeyi bildirmeden kendisi yaptığı için bazı tatsızlıklar olabilirdi ve bu düşünce, onun memnuniyetini az da olsa gölgeliyordu. Evine vardığında Hacı Murat’ın müritlerini Alay Komutanı’na emanet etti ve Hacı Murat’la birlikte içeri girdi.
Zarif giyimli ve güler yüzlü Prenses Marya Vasilyevna ile altı yaşında, kıvırcık saçlı, yakışıklı bir çocuk olan küçük oğlu, misafir odasında Hacı Murat’ı karşıladı.
Hacı Murat ellerini göğsünün üzerinde çaprazlayarak, biraz da resmî bir tavırla, onunla birlikte içeri giren tercüman yardımıyla, kendisini kabul eden Prens’i kendi kardeşi gibi gördüğünü, misafiri olduğu kardeşi ve onun ailesini kutsal saydığını söyledi.
Hacı Murat’ın görünüşü ve tavırları, Marya Vasilyevna’nın hoşuna gitti ve iri beyaz elini ona uzattığında adamın kıpkırmızı kesilmesi, onu daha da mest etti.
Prens, konuğuna oturması için yer göstererek, kahve içip içmediğini sorduktan sonra hizmetçilerine kahve getirmelerini emretti. Ancak Hacı Murat gelen kahveyi içmedi. Biraz Rusça anlıyor ama konuşamıyordu. Anlayamadığı bir şey söylendiğinde gülümsüyor, gülümsemesi Poltoratskiy’i sevindirdiği gibi Marya Vasilyevna’nın da hoşuna gidiyordu.
Yanında duran kıvırcık saçlı, keskin gözlü, -annesinin Bulka diye çağırdığı- küçük çocuk; kendisinden her zaman büyük bir savaşçı olarak bahsedildiğini duyduğu Hacı Murat’tan gözlerini ayırmıyordu.
Hacı Murat’ı karısının yanında bırakan Vorontsov, bu olayı büyüklerine haber vermesi gerektiğinden, komutanlığın muhabere ofisine gitti. Vorontsov, Grozni’deki sol kanadın komutanı General Kozlovskiy’e bir rapor ve babasına bir mektup yazdıktan sonra, karısının kendisini bu korkunç yabancıyla bıraktığı için ona kızacağından korkarak aceleyle eve geri döndü. Karısının ona gücenmesinden ve sonucunda yine hiç de nazik olmayacak biçimde muamele görmekten çekiniyordu. Ama korkuları yersizdi.
Hacı Murat, dizinde Vorontsov’un üvey oğlu Bulka ile bir koltukta oturuyor ve başı eğik, ona gülen Marya Vasilyevna’nın sözlerini aktaran tercümanı dikkatle dinliyordu. Marya Vasilyevna, Hacı Murat’a dostlarının her beğendiğini onlara armağan olarak verirse Âdem Baba’ya döneceğini söylemişti.
Конец ознакомительного фрагмента.
СКАЧАТЬ