Hacı Murat atını mahmuzladı ve aynı hızda sürmeye devam etti. Arkasındakiler dörtnala koştuklarından kısa sürede onu yakalamışlardı. Bunlar, Şamil’in gözüne girmek için Hacı Murat’ı tutuklamaya ya da en azından onu alıkoyuyormuş gibi göstermeye karar vermiş, yirmi kadar atlıydı. Karanlıkta görülebilecek kadar yaklaştıklarında Hacı Murat durdu, dizginini bıraktı ve sol elinin alışkın bir hareketiyle kılıfı çözüp sağ eliyle silahını çıkardı. Eldar da aynısını yaptı.
“Ne istiyorsunuz?” diye haykırdı Hacı Murat. “Beni almaya mı geldiniz? Haydi, alın beni öyleyse!” dedi ve tüfeğini doğrulttu.
Avullular durdu ve Hacı Murat elinde tüfekle vadiye inmeye koyuldu. Atlılar onu takip ettiler ama daha fazla yaklaşmadılar. Ancak Hacı Murat vadinin diğer tarafına geçtiğinde, adamlar ona seslenerek kendilerini dinlemesini istediler. Cevap olarak Hacı Murat tüfeğini ateşledi ve atını dörtnala koşturdu. Onu dizginlediğinde takipçileri artık sesleri işitilemeyecek kadar geride kalmıştı ve horozların ötüşü de artık duyulmuyordu; sadece ormandaki suyun şırıltısı artık daha belirgin geliyor ve arada sırada bir baykuşun çığlığı işitiliyordu. Karanlık bir duvar gibi yükselen orman artık çok yakın görünüyordu. Bu, müritlerinin onu beklediği ormandı.
Oraya vardığında Hacı Murat durakladı, ciğerlerine bolca hava çekerek bir ıslık çaldı ve sonra sessizce dinledi. Bir sonraki dakika ormandan gelen benzer bir ıslık sesiyle kendisine karşılık verildi. Hacı Murat yoldan saparak ormandan içeri girdi. Yüz adım kadar ilerlediğinde ağaçların gövdeleri arasında yanan bir ateşi, çevresinde oturan bazı adamların gölgelerini ve ateşin ışığıyla yarı aydınlanmış eyerli, nalları köstekli bir atı gördü. Dört adam ateşin etrafında oturuyorlardı. İçlerinden biri hızla ayağa kalktı, Hacı Murat’ın yanına gelerek atının dizginine ve üzengisine sarıldı. Bu, Hacı Murat’ın ev işlerini onun adına yürüten manevi kardeşiydi.
Hacı Murat atından inerek, “Ateşi söndürün.” dedi. Adamlar odunları dağıttılar, yanan çalıları ayaklarıyla ezdiler.
“Bata geldi mi buraya?” diye sordu Hacı Murat, yere serilmiş bir yamçıya doğru ilerleyerek.
“Evet, uzun zaman önce, Han Mahoma ile gittiler.”
“Ne tarafa gittiler?”
Hanefi, Hacı Murat’ın geldiği yönün tersini işaret ederek, “Bu taraftan.” diye cevapladı.
“Pekâlâ.” dedi Hacı Murat ve tüfeğini omuzundan indirerek doldurmaya başladı.
“Dikkatli olmalıyız, peşimdeler.” dedi ateşi söndüren bir adama.
Konuştuğu bu adam, Çeçen Hamzalo’ydu. Hamzalo, yere serili yamçının üstünde, kılıfında duran tüfeğini aldı, sessizce düzlüğün kenarına, Hacı Murat’ın oturduğu yere gitti.
Eldar atından inince Hacı Murat’ın atını da aldı ve iki atın başını yukarı kaldırıp iki ayrı ağaca bağladı. Sonra Hamzalo’nun yaptığı gibi tüfeğini omuzladı ve düzlüğün diğer tarafına gitti. Ateş sönmüş, orman artık eskisi gibi kendi karanlığının içine gömülmüştü ama gökyüzünde yıldızlar hâlâ parlıyordu. Gözlerini yıldızlara kaldıran Hacı Murat, Büyükayı, Küçükayı ve Kuzey Yıldızı’na bakarak gece yarısının çoktan geçtiğini, sabah namazı vaktinin geldiğini hesapladı. Hanefi’den bir ibrik istedi (Hiçbir zaman heybesinde bir tane taşımayı ihmal etmezdi.) ve yamçısını alarak suya gitti. Ayakkabılarını çıkarıp abdestini alan Hacı Murat, çıplak ayakla yamçının üzerine çıktı ve baldırlarının üzerine çömeldi; önce parmaklarını kulaklarına koyup gözlerini kapattıktan sonra güneye döndü ve her zamanki gibi namaz dualarını okumaya başladı.
İbadetini bitirdikten sonra yerine geri döndü ve yamçının üzerine oturarak dirseklerini dizlerine dayadı, başını eğip derin düşüncelere daldı. Hacı Murat’ın her zaman için kaderine sarsılmaz bir güveni vardı. Herhangi bir şeyi planlarken her zaman başarıya ulaşacağına önceden inanırdı ve bu yüzden de kader ona hep gülerdi. Gerçekten de çok nadiren karşılaştığı bazı aksaklıklar dışında, fırtınalı savaşçılık hayatı her daim yolunda gitmişti, bu sefer de öyle olacağını ümit ediyordu.
Vorontsov’un emrine vereceği orduyla Şamil’e nasıl yürüyeceğini, onu esir alıp intikamını nasıl alacağını, Rus Çarı’nın onu nasıl ödüllendireceğini ve sadece Avarları değil, kendisine boyun eğecek olan tüm Çeçen halkını nasıl yeniden yöneteceğini hayal ediyordu; bu düşüncelerle farkında olmadan uykuya daldı.
Rüyasında, kendisinin ve cesur müritlerinin ilahiler söylediğini, “Dağılın, Hacı Murat geliyor!” naralarıyla Şamil’e nasıl saldırdığını, onu ve karılarını nasıl yakaladıklarını, hepsini nasıl birlikte tutsak aldığını görüyor; tam bu sırada sanki o kadınların çığlıklarını bile duyabiliyordu. Birden uyandı. Rüyasında okunan “La ilahe illallah!” naraları, Şamil’in eşlerinin feryatları, onu uyandıran çakal ulumalarından başka bir şey değildi.
Hacı Murat başını kaldırdı, doğuda çoktan aydınlanmaya başlayan ağaçların gövdeleri arasından görülen gökyüzüne baktı ve kendisinden biraz uzakta oturan bir müridine Han Mahoma’yı sordu. Han Mahoma’nın henüz dönmediğini duyunca tekrar başını göğsüne bıraktı ve uykuya daldı.
Bata ile olan görevinden dönen Han Mahoma’nın neşeli sesi uyandırdı onu bu sefer. Han Mahoma hemen Hacı Murat’ın yanına oturdu ve ona askerlerin kendilerini nasıl karşıladıklarını, Prens’e nasıl götürdüklerini ve Prens’in kendisiyle nasıl konuştuğunu, Rusların Miçik Deresi’nin karşı yamacında Şalinskiy düzlüğünde odun kırdıkları yerde bu sabah onlarla nasıl buluşmaya söz verdiğini teker teker anlattı. Bata, kendi ayrıntılarını eklemek için dostunun sözünü keserek onun anlattıklarını tamamlıyordu.
Hacı Murat özellikle Vorontsov’un Rusların yanına gitme teklifine hangi sözcüklerle cevap verdiğini sordu. Han Mahoma ve Bata bir ağızdan, Prens’in Hacı Murat’ı misafir olarak kabul etmeye, onun iyiliği için çalışmaya ve öyle davranmaya söz verdiğini söylediler. Sonra Hacı Murat onlara yol hakkında sorular sordu ve Han Mahoma ona yolu iyi bildiğini, onu doğrudan oraya götüreceğini garanti edince Hacı Murat biraz para çıkardı ve Bata’ya vadedilen üç rubleyi verdi. Adamlarına heybeden altın işlemeli silahlarıyla, sarığını çıkarmalarını; müritlerine de Rusların arasına girdiklerinde iyi görünmeleri için kendilerine çekidüzen vermelerini söyledi. Onlar silahlarını, koşum takımlarını, atlarını temizlerken yıldızlar çoktan kayboldu, hava iyice aydınlandı ve sabahın öncüsü serin bir rüzgâr esmeye başladı.
V
Sabahın erken saatlerinde, hava henüz karanlıkken, Poltoratskiy tarafından komuta edilen ve baltalar taşıyan iki bölük, Şahgirin Kapısı’nın altı mil ötesine yürüdüler ve gün ağarınca odunları kesmek için harekete geçen bir dizi avcı, ormanın içine yayıldılar. Saat sekize doğru, tatlı СКАЧАТЬ