“Emriniz olur efendim.”
Vavilo, gerçekten sarhoştu. Mühimmat Çavuşu İvan Petroviç’in isim günü partisine gitmiş ve orada içkiyi biraz kaçırmıştı. Sonrasında eve döndüğünde ise hayatını Mühimmat Çavuşu İvan Petroviç ile kıyaslamaya başlayarak, derin düşüncelere dalmıştı. İvan Petroviç’in bir maaşı vardı, evliydi ve bir yıl içinde emekli olmayı umuyordu. Vavilo ise daha küçük bir çocukken beylere hizmet etmek üzere “yetiştirilmişti” ve şimdi kırkını aşmış olmasına rağmen hâlâ evli değildi, kendine ait bir yuvası yoktu ve derbeder biçimde efendisinin peşinde göçebe bir hayat sürüyordu. Efendisi onu nadiren döverdi ama yine de yaşadığı bu hayat, hayat değildi ki!
“Kafkasya’dan döndüğümüzde beni serbest bırakacağına söz verdi, peki ama özgürlüğümü bana verdiğinde nereye gideceğim ki?” diye sorguluyordu kendini. “Bir köpekten farkım yok!” diye düşünmüş ve içkinin de vermiş olduğu ağırlıkla gözlerini daha fazla açık tutamayacağını anlayınca, birinin içeri girip bir şey çalmasından korkarak kapının kancasını takmış ve sonrasında derin bir uykuya dalmıştı.
Poltoratskiy, yoldaşı Tihonov ile paylaştığı yatak odasına girdi.
“Yine hepsini kaybettin değil mi?” diye sordu Tihonov uykusundan uyanarak.
“Hayır, bu sefer hepsini değil. On yedi ruble kazandım ve bir şişe Clicquot içtik!”
“Ve Marya Vasilyevna’yı seyrettin…”
“Evet, Marya Vasilyevna’yı seyrettim.” diye tekrarladı Poltoratskiy.
Tihonov, “Neredeyse kalkma zamanı geldi.” dedi. “Altıda yola koyulacağız.”
“Vavilo!” diye bağırdı Poltoratskiy. “Yarın beşte beni uyandırmazsan sonunu sen düşün!”
“Uyandırınca dövüyorsunuz ama nasıl uyandırayım?”
“Beni uyandırmanı söylüyorum, o kadar! Duyuyor musun?”
“Emredersiniz.” dedi Vavilo, Poltoratskiy’in çizmelerini ve kıyafetlerini alarak dışarı çıktı. Poltoratskiy yatağa girdi, bir sigara yaktı ve bu sırada gülümseyerek mumunu söndürdü. Karanlıkta, önünde Marya Vasilyevna’nın gülümseyen yüzünü görüyordu.
Vorontsovlar hemen yatmadı. Misafirler gidince Marya Vasilyevna kocasının yanına gitti, onun önünde durdu ve sert bir şekilde: “Eee, beni çok üzdünüz, söylemeyecek misiniz?” dedi.
“Aman canım, önemli değil…”
“Canımı filan geç! Gelen bir casus muydu?”
“Her ne pahasına olursa olsun bunu size söyleyemem.”
“Söyleyemez misiniz? Öyleyse ben size söylerim!”
“Siz mi?”
“Hacı Murat’tı, değil mi?” dedi, birkaç gündür görüşmelerden haberdar olan ve Hacı Murat’ın kocasını görmeye geldiğini düşünen Marya Vasilyevna. Vorontsov bunu tam olarak inkâr edemezdi, gelen gerçekten de bir casustu. Gelenin bir casus olduğunu öğrenmesi Marya Vasilyevna’yı hayal kırıklığına uğratmıştı ancak casus, Hacı Murat’ın ertesi gün orman tarafından geleceğinin haberini ulaştırmıştı. Kalenin monoton yaşamında böyle bir olayın yaşanacak olması genç çifti tedirgin etmekten ziyade âdeta sevindirmiş, Vorontsov’un babasının da bunu duyunca ne kadar memnun kalacağını aralarında konuştuktan sonra, saat üçe doğru yatmışlardı.
IV
Şamil’in onu yakalamak için gönderdiği adamlardan kaçarak geçirdiği üç uykusuz geceden sonra Hacı Murat, Sado ona iyi geceler dileyip kerpiç evden çıkar çıkmaz uykuya daldı.
Başını eline dayamış, giyinik hâlde ve tetikte uyuyor, dirseği ev sahibinin kendisi için ayarladığı kırmızı kuş tüyü minderlere gömülüyordu. Biraz uzakta, duvarın yanında da Eldar uyuyordu. Sırtüstü yatmış; güçlü, genç uzuvları öyle bir uzanmıştı ki üzerine dikili siyah fişekliğiyle beyaz çerkezkasının içindeki kabarık göğsü, yastıktan düşen yeni tıraşlı, maviye çalan kafasından daha yüksekte duruyordu. Tıpkı çocuklarınkini andıran şişkin üst dudağı sanki bir şeyler içiyormuş gibi büzülerek kabarıyordu. Hacı Murat gibi Eldar da giyinik hâlde, kemerinde tabancası ve hançeriyle tetikte uyuyordu. Ocaktaki çalı çırpının ateşi geçmek üzereydi ve duvarda asılı kandilin ölü ışığında oda tam anlamıyla bir loşluk içerisindeydi.
Gece yarısından hemen sonra misafir odasının zemini gıcırdadı ve Hacı Murat elini tabancasına koyarak aniden ayağa kalktı. Sado, toprak zemine usulca basarak içeri girdi.
“Ne oluyor?” diye sordu Hacı Murat, sanki hiç uyumamış gibi.
“Bir sıkıntı var.” diye cevapladı Sado, onun önüne çömelerek. “Bir kadın senin buraya geldiğini pencereden görmüş ve kocasına söylemiş, şimdi bütün avul senin geldiğini biliyor. Bir komşu az önce karıma ihtiyarların camide toplandıklarını ve seni yakalamak istediklerini haber verdi.”
“O zaman hemen gitmeliyim!” dedi Hacı Murat.
“Atlar hazır.” dedi Sado ve hızla dışarı çıktı.
“Eldar!” diye fısıldadı Hacı Murat. Adını ve hepsinden öte efendisinin sesini duyan Eldar ayağa fırladı, kalpağını düzeltti. Hacı Murat önce silahlarını sonra da yamçısını giyindi. Eldar da aynısını yaptı ve ikisi de sessizce kerpiç evden, sundurmanın altına çıktılar. Kara gözlü çocuk atlarını getirdi. Dışarıda, sert toprak üzerinde toynakların takırtısını duyan biri, komşu evin kapısından kafasını çıkardı ve bir adam tahta pabuçlarını takırdatarak tepeden camiye doğru koştu.
Ay yoktu ama karanlıkta sanki sundurmanın ana hatları görülebilsin diye yıldızlar kapkara gökyüzünde ışıl ışıl parlıyordu, köyün üst kısmındaki minareleri ile cami, diğer binaların üzerinden yükseliyordu. Camiden uğultulu sesler geliyordu.
Hızla silahını alan Hacı Murat, ayağını dar üzengiye soktu; sessizce, âdeta belirsiz bir hareketle vücudunu atın üzerine aktararak, eyerin yüksek minderine oturdu.
“Allah sizden razı olsun!” dedi Sado’ya doğru bakarak, sağ ayağı içgüdüsel olarak üzengiyi hissederken ve atını tutan çocuğa, bırakması gerektiğinin bir işareti olarak kamçısıyla hafifçe dokundu.
Çocuk kenara çekildi ve at, sanki ne yapması gerektiğini biliyormuş gibi, çevik adımlarla patikadan doğrudan ana yola yöneldi. Eldar da hemen arkasından dörtnala onu takip ediyordu. Koyun postu giymiş Sado, ellerini hızla sallayarak dar ara sokağın bir tarafından diğer tarafına geçerek peşlerinden koşuyordu. Avulun sokakla buluştuğu yerde, СКАЧАТЬ