Sado’nun karısı, üzerinde çay, tereyağlı kete, peynir, yufkadan yapılma ekmek ve bal bulunan bir sini getirdi. Genç kız ise hemen onun arkasında bir leğen, ibrik ve peşkir taşıyordu.
Bu sırada Sado ve Hacı Murat ise kadınlar kırmızı yumuşak terlikleriyle odanın içerisinde dolaşarak misafirlerin önüne getirdiklerini koyarken sessizce oturuyorlardı. Koyun gibi iri gözleriyle Eldar, heykel gibi hareketsiz oturmuş, bakışlarını bağdaş kurmuş bacaklarına sabitlemişti, odanın içerisinde dolaşan kadınların hareketlerinden huzursuz olmuş gibiydi. Ancak onlar gittikten ve kapının arkasından yumuşak ayak sesleri duyulmaz olduktan sonra rahat bir nefes aldı. Hacı Murat, çerkezkasının fişek torbalarından birinden bir kurşun aldı ve altında bulunan katlanmış bir mektubu çıkardıktan sonra, onu uzatıp şöyle dedi:
“Oğluma teslim edilecek.”
“Cevap nereye gönderilecek?” diye sordu Sado.
“Sana versin, sen de bana iletirsin.”
“Emrin başım üstüne.” dedi Sado ve notu kendi ceketinin fişekliğine koydu. Sonra metal ibriği aldı ve leğeni Hacı Murat’a doğru itti. Hacı Murat beşmetinin kollarını sıvadı, bileklerine kadar bembeyaz kaslı kollarını ve ellerini Sado’nun ibrikten döktüğü berrak soğuk suyun altında yıkadıktan sonra, kendisine uzatılan el dokuması tertemiz havluyla kuruladı. Eldar da aynısını yaptı. Misafirler yemek yerken onların karşısında oturan Sado, ziyaretlerinden dolayı kendilerine birkaç kez teşekkür etti. Kapının yanında oturan çocuk, ışıldayan gözlerini Hacı Murat’ın yüzünden ayırmadan babasının sözlerini onaylarcasına gülümsüyordu.
Yirmi dört saatten fazla bir süredir hiçbir şey yemediği hâlde Hacı Murat sadece biraz ekmek ve peynir yemekle yetindi; sonra hançerinin altından küçük bir bıçak çıkararak bir parça ekmeğe biraz bal sürdü.
“Balımız çok güzeldir.” dedi yaşlı adam, Hacı Murat’ın balı yerken yüzünde beliren hoşnutluk ifadesinden memnun olmuş bir gülümsemeyle. “Bu yıl hem diğer tüm yıllardan daha fazla mahsul elde ettik hem de tadı gayet güzel.”
“Teşekkür ederim.” dedi Hacı Murat ve sofradan geri çekildi.
Aslında Eldar daha yemeğe devam etmek istiyordu ama liderinin hareketlerini takip ederek sofradan geri çekilip Hacı Murat için ibrik ve leğeni getirdi. Sado, evine böyle bir misafir kabul ederek hayatını riske attığını çok iyi biliyordu. Çünkü Şamil ile Hacı Murat’ın aralarında geçen kavganın ardından Şamil, tüm Çeçen halkına Hacı Murat’ı evlerine kabul edenlerin, ona yardım edenlerin ölüm cezasına çarptırılacaklarını duyurmuştu. Avuldakilerin her an evinde Hacı Murat’ın varlığından haberdar olabileceklerini ve teslim etmesini talep edebileceklerini biliyordu. Ama bu Sado’yu hiçbir suretle korkutmuyordu, aksine üstlenmiş olduğu görevini yerine getirdiği için bundan büyük bir mutluluk duyduğu bile söylenebilirdi.
“Sen benim evimdeyken ve başım hâlâ omuzlarımın üzerindeyken sana kimse zarar veremez.” diye büyük bir keyifle Hacı Murat’a düşüncelerini ifade ediyordu.
Hacı Murat onun parıldayan gözlerine baktı ve bunun doğru olduğunu anladı, ciddi bir tavırla şöyle dedi:
“Mutlu ve uzun bir ömrün olsun!”
Sado, bu nazik sözler için teşekkürlerini ifade edercesine, sessizce elini kalbinin üzerine koydu.
Sado, avula bakan pencerelerin tahta kepenklerini kapatıp ocağa kuru çalıları yığdıktan sonra, son derece neşeli ve heyecanlı bir ruh hâli içinde odadan çıktı ve tüm ailesinin yaşadığı diğer bölüme geçti. Kadınlar henüz uyumamış ve geceyi misafir odalarında geçirecek olan tehlikeli ziyaretçilerden bahsediyorlardı.
II
Hacı Murat’ın geceyi geçirdiği kerpiç evden yaklaşık on mil uzakta bulunan Vozdvijenskaya’daki kalede, üç asker ile bir astsubay bulundukları yerden ayrılarak Şahgirin Kapısı’ndan çıktı. O günlerdeki Kafkas askerleri gibi görünen askerlerin üzerinde koyun postundan paltoları, başlarında kalpakları vardı; dizlerinin üzerine kadar uzanan çizmeler giyerler ve kaputlarını sımsıkı sarıp omuzlarına bağlayarak taşırlardı.
Tüfeklerini omuzlarında taşıyan askerler, önce yol boyunca yaklaşık beş yüz adım ilerlediler, sonra yoldan saparak, kuru yaprakları hışırdatarak yirmi adım kadar sağa gittiler ve gövdesi karanlıkta dahi seçilen kırılmış bir çınarın yanında durdular. Çünkü gizli devriyeler, pusu kurmak için genellikle bu çınar ağacının dibine konuşlanırlardı.
Askerler ormanda yürürken ağaçların tepelerinde koşuyormuş gibi görünen parlak yıldızlar, onlar mola verdiklerinde ağaçların çıplak dalları arasında parıldayarak hareketsiz kalmışlardı.
Astsubay Panov, uzun silahını ve süngüsünü omuzundan bir çınlamayla indirip çınar ağacına dayayarak, “Çok şükür her yer kuru.” dedi.
Üç asker de onun gibi yaptı.
“Tamam, işte şimdi kaybettim!” diye öfkeyle mırıldandı Panov. “Ya yanıma almadım ya da yolda düşürmüş olmalıyım.”
“Ne arıyorsun?” diye sordu askerlerden biri canlı, neşeli bir sesle.
“Pipomu. Hangi şeytan alıp götürdü acaba?”
“Çubuğun yanında mı?” diye sordu neşeli ses.
“İşte burada.”
“Öyleyse neden doğrudan toprağa saplamıyorsun?”
“İşe yarar mı ki?”
“Bunu bir dakika içinde hallederiz.” dedi asker. Aslında pusuda sigara içmek yasaktı ama onlar burada sadece öncülük yapıyorlardı. Daha çok, dağcıların fark edilmeden bir top getirmelerini ve eskiden olduğu gibi kaleye ateş etmelerini önlemek için öncü kuvvet görevini üstlenmişlerdi. Panov, tütün içmenin zevkinden vazgeçmeyi gereksiz görüyordu, bu nedenle neşeli askerin teklifini kabul etti. O da cebinden bir bıçak çıkardı ve yerde küçük yuvarlak bir çukur açtı. Açtığı bu küçük çukuru düzleştirdikten sonra çubuğun sapını ona göre ayarladı, ardından deliği tütünle doldurup bastırdı ve işte pipo hazırdı. Bir kükürt kibriti parladı ve bir an için karnının üzerine yatan askerin geniş yüzünü aydınlattı, çubuğun içinden fısıltılı bir ses yükseldi ve Panov yanmaya başlayan tütünün hoş kokusunu aldı.
“Başardın mı?” diye sordu ayağa kalkarak.
“Elbette!”
СКАЧАТЬ