Hacı Murat da atından indi ve hafif topallayarak sundurmanın altına girdi. Kapıdan çabucak çıkan on beş yaşında bir çocuk onu karşıladı, olgun üzümlere benzeyen kapkara ve parlak gözlerini merakla yeni gelenlere dikti.
“Camiye koş ve babanı çağır.” diye emretti yaşlı adam, kerpiç evin içine açılan ince, gıcırdayan kapıyı açmak için aceleyle ilerlerken.
Hacı Murat dış kapıdan içeri girerken iç kapıdan elinde minderlerle sarı önlüklü, kırmızı beşmetli, geniş mavi şalvarlı, ince, zayıf yapılı, orta yaşlı bir kadın dışarı çıktı.
“Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz!” dedi ve neredeyse iki büklüm olana kadar eğilerek, konuğun oturması için ön duvar boyunca minderleri düzenlemeye başladı.
“Oğulların çok yaşasın!” diye cevap verdi Hacı Murat; yamçısını, tüfeğini ve kılıcını çıkararak, evin efendisinin iki büyük leğen arasına asılı, temiz kil sıvalı ve özenle badanalanmış duvarda parıldayan silahlarının yanındaki bir çiviye dikkatlice astığı sırada. Hacı Murat, belindeki tabancasını düzelterek, kaftanının eteklerini güzelce toparlayıp minderlere doğru ilerledi ve bağdaş kurarak oturdu. Yaşlı adam hemen karşısına oturdu, gözlerini kapadı ve açık ellerini havaya doğru kaldırdı. Hacı Murat da aynısını yaptı; sonra bir duayı tekrar ettikten sonra ikisi de yüzlerini sıvazladılar ve ellerini sakallarının ucundaki avuç içleri birleşinceye kadar aşağı indirdiler.
“Ne haber?” diye sordu Hacı Murat, yaşlı adama yüksek sesle.
“Yeni bir haber yok!” diye cevapladı yaşlı adam, cansız kırmızı gözleriyle Hacı Murat’ın yüzüne değil, göğsüne bakarak. “Ben kovanlarla yaşıyorum ve bugün oğlumu görmeye geldim… O bilir.”
Yaşlı adamın aslında durumdan haberdar olduğunu ancak onun bilmek istediklerini söylemeye niyeti olmadığını anlayan Hacı Murat, hafifçe başını salladı ve daha fazla soru sormadı.
Yaşlı adam, “İyi haber yok.” dedi bir süre sonra. “Tek bildiğim şu ki tavşanlar kartallarla nasıl baş edeceklerini tartışıp duruyorlar ancak kartallar birer birer önce birini, sonra diğerini parçalıyor. Geçen gün Rus köpekleri Miçitskiylerin avulundaki saman yığınlarını yaktılar. Kör olasıcalar!” diye ekledi sonra yaşlı adam, boğuk ve öfkeli bir sesle.
Hacı Murat’ın adamı odaya girdi, güçlü bacakları toprak zeminde yumuşak adımlarla ilerliyordu. Sadece hançerini ve tabancasını tutarak Hacı Murat’ın yaptığı gibi yamçısını, tüfeğini ve kılıcını çıkardı, liderinin silahlarıyla aynı çivilere astı.
“Kim o?” diye sordu yaşlı adam, yeni geleni göstererek.
“Müridim. Adı Eldar.” dedi Hacı Murat.
“Pekâlâ.” dedi yaşlı adam ve Eldar’a oturması için bir keçe parçasının üzerini, Hacı Murat’ın yanındaki yeri işaret etti. Eldar bağdaş kurarak oturdu ve koyun gözlerine benzeyen güzel gözlerini, şimdi konuşmaya başlayan yaşlı adama dikti. O, tam bu sırada cesur adamlarının bir hafta önce iki Rus askerini nasıl yakaladığını ve birini öldürüp diğerini Vedeno’da bulunan Şamil’in yanına nasıl gönderdiklerini anlatıyordu. Hacı Murat onu dalgın dalgın dinliyor, bir taraftan da kapıya bakıp dışarıdan gelen seslere kulak kabartıyordu. Sundurmanın bulunduğu kısımdan ayak sesleri duyuldu, kapı gıcırdadı ve ev sahibi Sado içeri girdi.
Kırk yaşlarında, kısa sakallı, uzun burunlu ve gözleri, onu eve çağırmak için koşan, şimdi babasıyla içeri giren on beş yaşındaki oğlununki kadar parlak olmasa da kapkara bir adamdı. Çocuk da onunla birlikte gelmiş ve hemen kapının yanına oturmuştu. Ev sahibi kapıda tahta terliklerini çıkardı, eski ve çok yıpranmış kalpağını başının arkasına itti. Çok uzun zamandır tıraş olmadığı, ensesine kadar uzamış olan simsiyah saçlarından belli oluyordu ve hiç gecikmeden Hacı Murat’ın karşısına çömeldi. O da ihtiyarın yaptığı gibi avuçlarını yukarı kaldırdı, bir duayı tekrarladı ve sonra yüzünü tıpkı onlar gibi sıvazladı. Ancak ondan sonra konuşmaya başladı. Hacı Murat’ın diri veya ölü olarak yakalanması için Şamil’den nasıl emir geldiğini, Şamil’in elçilerinin daha bir gün önce buralardan ayrıldığını, halkın Şamil’in emirlerine uymamaktan korktuklarını ve bu nedenle dikkatli olunması gerektiğini anlattı.
“Benim evimde.” dedi Sado. “Ben yaşadığım sürece konuğuma kimse zarar veremez ama ya dışarıda ne olacak? Bunu düşünmeliyiz.”
Hacı Murat dikkatle onu dinliyor ve ara sıra başıyla onun sözlerini onaylıyordu. Sado sözünü bitirince, “Tamam, anlaşıldı. Şimdi Ruslara bir mektup göndeririz. Müridim bu mektubu götürebilir ancak bir rehbere ihtiyacı olacak.” dedi.
“Kardeşim Bata’yı onunla gönderirim.” dedi Sado. Oğluna dönerek, “Git ve Bata’yı çağır.” diye ekledi.
Çocuk bir anda yayların üzerindeymiş gibi çevik bir hareketle yerinden fırladı ve kollarını sallaya sallaya o hızla evden ayrıldı. On dakika kadar sonra âdeta güneşten kararmış, kolları ve bacakları çırpı gibi, üzerinden dökülüyormuşçasına duran çerkezkası5 ve buruşuk siyah şalvarıyla güçlü, kısa bacaklı bir Çeçen’le geri döndü. Hacı Murat yeni gelene selam verdi ve sözü yine uzatmadan, doğrudan, “Müridimi Ruslara götürebilir misin?” diye sordu.
“Yaparım elbette.” diye neşeyle cevapladı Bata. “Kesinlikle yapabilirim. Bunu benim kadar iyi becerebilecek başka bir Çeçen yoktur. Bir başkası gitmeyi kabul edebilir ve her şeye söz verebilir lakin sonunda her şeyi mahveder ama ben bu işi yapabilirim!”
“Pekâlâ.” dedi Hacı Murat. “Zahmetin için üç tane.” Hacı Murat, üç parmağını kaldırdı. Bata anladığını göstermek için başını salladı ve bu işi kesinlikle para karşılığında yapmadığını, sadece Hacı Murat’a hizmet etme onuruna nail olmaya gönülden hazır olduğunu ekledi. Dağdaki herkes Hacı Murat’ı ve Rus domuzlarını nasıl öldürdüğünü gayet iyi biliyordu.
“Pekâlâ; ipin uzunu, konuşmanın ise kısa olanı iyidir.” dedi Hacı Murat.
“Tamam, ben de o zaman dilimi tutacağım.” dedi Bata.
“Argun Nehri’nin uçurumun kenarında kıvrıldığı yerde.” dedi Hacı Murat. “Ormanda bir açıklıkta iki tınaz bulunur. Onları biliyor musun?”
“Biliyorum.”
“Orada dört atlım beni bekliyor.” dedi Hacı Murat.
“Anladım.” diye cevapladı Bata, başını sallayarak.
“Han Mahoma’yı sorarsın. Ne yapacağını ve ne söyleyeceğini o biliyor. Onu Rus Komutan Prens Vorontsov’a götürebilir misin?”
“Evet, götürürüm.”
“Sonra da СКАЧАТЬ
5
Çerkezlerin geleneksel kıyafeti. (e.n.)