“Sen izin vermedin mi?”
“Sekiz buçuktan on bire kadar çarşıda gez diye mi; yoksa camiye git diye mi?”
“Camiye diye. Ama sen erkekliğinle kalabalığı sökememişsin, ben kadınlığımla nasıl sökebilirdim?”
Zamanın değişmesi hükümlerin de değişmesini, yaşayışın değişmesi de evlerin değişmesini gerektiriyor. Hani ya o Kalpakçılarbaşı, Yağlıkçılar içi, Kuyumcular Çarşısı, Direklerarası, Beyazıt, Divanyolu, daha eski zamanlarda Aksaray piyasaları ne oldu? Yüzlerce araba art arda dizilir; beygirli, eşekli, yaya, binlerce halk birbirine baka baka alınır; kaş çatma, yelpaze sallama, söz atma, fes düzeltme, bıyık burma, göz süzme, iç çekme, gülme, mendil ısırma, baş sallama, gerdan kırma, çimdik, fiske, dönüp dönüp bakma, birli78, ikili79, kız işaretleri,80 omuz kaldırma; işine göre söz, çiçek, name atma; itip kakma; şemsiye, pabuç, bohça, yumruk vurma; ayılma, bayılma…
“Ay çocuğum ezildi, dostlar!”, “Kız kayboldu, ben şimdi babasına ne cevap vereyim?” demeler, o zamanların deyimlerinden olduğu üzere “pastıra yapmalar”,81 “konçine oynamalar”,82 bütün bu ve benzeri yaşayış rezillikleri değişti. Bazar Alman’da peçesini kapalı tutan, Bonmarşe’de açıyor. Kollar inik, sallı, yarı belden yukarısı öne eğilmiş.
“Arş ileri! Tango! Daha dün, gün doğusunun delişmen bir esintisi öyle bir göğüs dalaveresi yaptı ki, şairlerimizden birinin gözünü kamaştıran allı morlu “Dans Serpantin” uçuşmalarını andırdı. Bütün etekler uçuşup, ufak kamçı şaklamalarını andırırcasına sesler çıkardı; ince, havai fuların uçları birdenbire bulunduğu yeri bırakıp öyle uçtu ki, başta tutunacak hâl kalmadı. Bir kahkaha, bir çığlık, bir “tatlı dönüş”, bir türlü kapanmasını öğrenememiş ellerle bir uğraşış ki insan sinemada birinin soyunduğuna ihtimal verirdi!
Gün doğusu bu! Suları, akışları, kılaptan ipek bornusu öyle şişirdi, öyle şişirdi ki hayret bakışları o salınan vücudun:
Kabaramazsın83 oynadığına hükmediyordu. İşmara ne hacet? Al yanına biraz rüzgâr, anında bir sağanak çıkar, istersen uçur, istersen şişir!
UŞAK
Efendi bir uşak arıyormuş, sorar sormaz tellal der ki:
“Bir tane var, tam istediğiniz gibi! Hatta ölçer biçer de!”
“Pekâlâ, öyleyse yarın gönder.” der, çekilir. Uşak ertesi gün konakta boy gösterir. Efendi bakar, kılık kıyafet yerinde, el ayak düzgün, yüz, surat, duruş, yürüyüş, ölçülü biçili! Kendi kendisine “Bakalım hizmeti nasıl?” dedikten sonra “Baksana… Bana bir su ver!” der. Uşak etrafı bir süzer. Durur.
“Ne durdun?”
“Suyu kalkıp siz alsanız daha kestirme olacak!”
Şaşarak:
“Neden?”
“Dikkat ettim, durduğum yerden testi kırk adım ötede, sizin durduğunuz yerden ise ancak yirmi adım sürer, sürmez.”
Şaşarak:
“N’olacak?”
“Şu olacak ki ben gidip gelirsem seksen adım, siz gidip gelirseniz kırk adım sonra su içebileceksiniz…”
Tembele iş buyur, sana akıl öğretsin derler mi diyeceksiniz? Bu atasözü şu fıkranın malı değildir. Bilgiçlik satmayı kötülediği için belki içimizden pek çoğu için değer taşır. Bir hizmete, bir vazifeye tayin edilir edilmez, onda hemen bilgiçliğimizi göstermek gayretiyle ne gülünç mütalaalarda, ne alay edilecek hareketlerde bulunduğumuza örnek verir. Nasıl vermesin ki, efendi kırk adım yürümesini sağlamak için parasıyla kendisini tuttuğu hâlde uşak tellalın verdiği pohpoha layık olduğunu göstermek üzere yürüyeceği seksen adımı göz yordamıyla kestirip iki yanlı bir hesap yapıyor. Diyorlar ki:
“Gençlerimiz de böylesi hâlde bulunmaktadırlar. Vazifenin -isterse üst katına olsun- dışına çıkmak da onu terk etmektir. Vatan marifetinde yapılan işin tam tamına vazifenin çizdiği kadroya uygun gelmesine “hüsn-i ifa etmek” denir. Kadroyu taşırmaya gelince, buna da coşkunluk denir ki yapılan şeyleri de alıp götürür.
Hele, zamanımızda akıl hocalığına çömez yazılacak kimselere pek az rastlanır. Fakat ukala dümbeleğine namzet yazılanların hesabı yok, deniyor. Daha dün, bir tanesi Avusturya-Sırbiye Savaşı işinden söz ederken “Biz de huduttan ilerleyiversek! Fakat bu yavaşlık varken…” diyordu.
“Hangi hudut?” diye sorduk.
“Bizim hudut!” cevabını verdi. Anlaşıldı ki haddini, hududunu bilmez biri.
Efendinin hesabı, uşağının tersi. Çevresine bakıp süzecek, uzaklığını yakınlığı ölçecek kadar düşünceden nasipsiz!
Rahim Allahu’n-nebbaşe’l-evvel.84
AŞÇIBAŞI
Geçen gün, biricik feylesofumuz anlatıyordu:
“Bizim aşçıya dedim ki:
‘Haberin var mı, Kur’an’ı Türkçeye çeviriyorlar.’
Yüzüme baktı, anlamadığını gösterir bir tavır aldı. Bunun üzerine, daha çok açıklamak gerekti:
‘Türkçe olacak, okuyunca içindekileri anlayacaksın.’
Bu sözüm üzerine aşçı, başını ‘olmaz’ anlamına salladıktan sonra:
‘Olamaz! Senin kitap dediğin okunmalı, anlaşılmamalı!’ diye dikildi durdu.”
Ulu Kur’an’ın yüce anlamlarının ve güzel üstünlüklerinin insanoğlunun kavrayışından yüksek olduğu üzerinde iman sahiplerinin ortada olan tam birliğini halkın bilgisiz bölüğünün ne yolda anladığı, şu konuşmanın kılavuzluğu ile meydana çıkıyor ki her itikat yalnız akla göre değil, ferde göre de gaaibane imiş!85 Yani aşçıbaşı kölenizi, ne yapsanız, bu inançtan ayıramazsınız. O, bir kez “Senin kitap dediğin okunmalı, anlaşılmamalı.” hükmüne “saddaktü”86 demiş. Bu bilgisizce düşünüşü bir basamak daha yükseltmek elde değildir. Çünkü yüzyıllardan beri bu böyledir. Biz, yalnız kesmeyi öğrenmiş, öğretmişiz. I. Selim Anadolu’daki kırk bin Şii’yi keseceğine milyonlarca halkı Hanefi mezhebine hakkıyla bağlayacak propagandalar, yol göstermeler, bilim kurumları yapıp memleketin içine salıverseydi kırk milyon Sünni kazanırdı. СКАЧАТЬ
78
İskambil oyununda birliyi anlatmak için yapılan işareti ki tek gözü kırpmaktır.
79
İskambil oyununda ikiliyi anlatmak için verilen işaret ki iki gözü kırparak verilir.
80
İskambil oyununda kız kozu bildirmek için dilin ucunu çıkarmak suretiyle verilen işaret.
81
Pastıra yapmak: Kadınlara elle sarkıntılık etmek, okşamak, sıkmak, çimdik atmak, v. b.
82
Konçine oynamak: Kadınlara elle sarkıntılğı çok ileri vardırmak, olmayacak yerlere kadar uzanmak.
83
Çocukların baba hindiye: “Kabaramazsın kel Fatma, annen güzel, sen çirkin” diyerek ve ıslık çalarak onun kuyruğunu açıp yelpaze gibi tüylerini kabarttırmaları.
84
“Tanrı birinci kefen soyucuya rahmet etsin.” anlamına bir Arap deyimi. Rivayete göre, Araplarda bir kefen soyucu türemiş. Ölülerin kefenlerini soyar ve böylece geçinirmiş. Onun ölümünden sonra, yine bir kefen soyucu (bir demeye göre onun oğlu) da bu işi geçim vasıtası edinmiş. Ama bu, kefenlerini soyduktan sonra, ölülere tecavüzde de bulunurmuş. Bu yüzden, birinci kefen soyucuyu aratmış. Bunun üzerine, Araplar arasında: “Allah, birinci kefen soyucuya rahmet etsin.” sözü söylenir olmuş. Vücudu ortadan kalkan bir kötü kişinin yerine gelen daha beteri için söylenen bu söz, Türkçede: “Gelen, gideni aratır!” veya “Gelen, gidene rahmet okutur!” sözleri ile karşılanır.
85
Ziya Paşa’nın Terci-i bendinden alınma. Mısra şudur: “‘Her itikat akla göre gaaibânedir.”
86
“Tasdik ettim, inandım.” anlamına Arapça bir söz.