Kaşları çatmaz, saçları -zülfe dokunmamak üzere- bir parmak boyunda keser, hafif bir koç burun takarak bıyıklardan “pala” çeker, çeneyi biraz toplarsa fesinde abani,54 şalvarı üstünde pardösü bulunduğuna göre taşralı herhangi bir tacir.
Sol elmacık kemiği hududuna bir et beni ilavesiyle fesi eski Galata kalıba55 vurdurur, gırtlağı oynar oynar çıkık bir gerdanı mintanın ilk düğmesini çözerek dekolte bırakırsa “Karşı”56 da “dost”57 sahibi hovarda bir gemici yahut kaşları daha ziyade enli çizerek alnına bir iki buruşuk, “alabros”tan58 başka bir biçime gelemeyen saçlarla donatılmış başına siyaha bakan, püskülleri kaim, sivri bir fes, orta çekme bir burun altına ne kadar uğraşsa, ne kadar kızgın maşa vurdursa uçları bir türlü yukarıya kıvrılmak bilmeyen kaş kalınlığında bir bıyık, sert kıllı bir çene koyup, kısa gerdanını devrik kolalı yaka ile kapadı mı mahallelinin ve kimi yerlerin demesince “ketebe’den,59 babasının ölümünden sonra fena yerlerde, fena kimselerle gezmeye dadanmış” efendi kıyafetli bir çapkın çizmiş olur.
İşte ben, bu son çapkından yılarım. Çünkü mahallede yolunca cam taşlayan, kapı tekmeleyen, aşağı meyhanede Tanrı’nın akşamı hır çıkaran, Kumkapı’da döven, Langa’da dayak yiyen, yılda bir iki kez “hafif yaralama” maddesinden dolayı tutuklanan, esrarkeş Kanca Bacak Mehmet’le dolaşan, parasızken barbutta60 fasulye yazan,61 paseta’da62 hep fantiye giden,63 tefeci Acem’e varıncaya kadar selam verdiğini denge koyan,64 Filiz Hasan’ı65 kumara alıştıran, evden elmas yüzüğü aşırıp sahte taş geçirttikten sonra kimse görmeden yine konsola yerleştiren, komşunun kaza ile kaybettiği aylık cüzdanını üç aydan beri yeniden almayı başaramayan, her geçişinde bakkalı derin derin düşündüren, polis ahbaplarına izin günlerinde ziyafet çeken; pikette66 işmarcılık,67 tavlada ortaklık, komisere yağcılık eden; haftada bir iki gün cinayet mahkemesinde dava dinleyen; tevkifhane, hapishane gezerek arkadaş hatırı soran; Osmanlı ülkesinin etnografya çeşnicisi imiş gibi Arnavut Sadık, Arap Hüseyin, Çerkez Hurşit, Laz Ali, Kürt Haydar, Muhacir Yaşar, Tatar Abdi, Karabiber Aslan, Çaçarina Kosti, Yahudi Mıgır, Bulgar Petro, Gürcü Salih, Zurnacı İbiş68 ve başkaları gibi kimselerle alışverişi olduğunu ileri sürerek hâlâ Tanzimat prensiplerinden69 ayrılmadığını içtimaiyatçılar yanında ispat eyleyen; ant ettiği için çalamadığı çığırtmaya70 kargılık burnuyla klarnet, ağzıyla çifte- nağra71 çalarak mani, destan, semai, divan, koşma okuyan; yaşıtları arasında iyi zeybek oynar diye ün alan, mirasyediliğini hatırlatan her sözün arkasından “Üç ay da mahallede tulumba reisliğimiz var!” diye ikbal devrini anarak avunan; Feshane’den çıkarılmış, Defter-i Hakani’den kovulmuş, evkaftan kadro dışı, Rüsûmat’tan72 izinli, Eski Yunan Savaşı’nda yedi yaşında gazi, Trablusgarp’ta yaralanmış, Balkan Savaşı’nda esir, şu sıralarda tebdilihavalı; kulüp, Donanma, Müdafaa-i Milliye Cemiyetlerine güya devam eder, hamiyetinden, şehit çocuklarına yardım için çıkarılan sigara kağıdı için bir niyeti sivil taharri memuru yazılmakta, bir niyeti de yüz lirası olsa İzmit, Adapazarı deyip çekerek ticaret etmekte; bütün dalavereleri bilir, süt kardeşi İkdam’da yazar, benimle canciğer, Tercüman’ın başmürettibi mahallelisi, Tanin’de (M. K.) imzasıyla yazan, eski kalem arkadaşı… Daha sayayım mı? Nasıl, siz bilemediniz mi? Fakat asıl kıyaklığı “Sulh Notası”nı73 tenkidindedir. Demiş ki:
“Ben olsam, tek neferleri kalıncaya kadar kırar, yine barış yapmam!”
HASBİ KÂHYA 74
Bizde, yani bizim terbiyemizin kabul ettiği yolda, hazır kâhyalar vardır. Sorar, soruşturur, ısmarlar, buyurur, sokulur, anlatmak ister, kulp bulur, ipucu sezer, salık verir, hükmeyler, araya girer, paylar, çıkışır, yerine adamına göre söver, işin gelişi ne ise ona uyar, herkesle taraftar, yine herkesle aleyhtar olur. Dalkavukluğa, iki yüzlülüğe kızar; tembelliğe öfkelenir, hırsızlığa lanet okur, kim kime ahlaksız derse o da beraber der; bildiklerinin yediklerine, içtiklerine, gezdiklerine, giydiklerine, oturdukları semtlerine, hatta uykularına karışır; kısaca, her şeye burnunu sokar, her söze kulak verir, herkese dil uzatır, her kelepire el atar, her gördüğüne nişan koyar. İşte bunlardan biri, öteden beri kendisinden bıkkın bir zata tesadüfünde damdan düşercesine der ki:
“Efendi Hazretleri, orucu bozan şeyler hatırınızda mı?”
İçinden bir “Hasbünallah!”tan sonra:
“Hepsi hatırımda değil, fakat biriyle karşı karşıya bulunduğumu sanıyorum.”
İnsan, toplum yaşayışında, çoğu, can sıkıntılarına tutulur, can sıkıcı kimselerle karşılaşır, hatta kendisi bile bir başkası için can sıkıntısı, bir can sıkıcı durumunu alır. Zamanımızda, hele siyaset meselelerinde bunun türlülerine rastlanmaktadır.
Hele gazeteci olmak, bu dertlere durmadan uğramak demektir.
Durup dururken karşınıza biri çıkar, hiddet kesilerek size: “Doğrusu, İslamlık adına teessüf ederim!” der.
Ne büyük bir kusur bulma! Fakat çok gecikmez, sebebini anlarsınız: Filan caminin imamı teravihi pek güzel kıldırıyormuş, varaka75 göndermiş, dercedilmemiş.
“Bunu sizin hamiyetinize veremedim!”
Ne kadar ağır bir suçlama! Sebebine gelince, “Bir Muhacirin Teellümü” başlıklı manzumesi konulmamış.
“Siz de artık dalkavukluğa başladınız.”
Neden? Ya! Bahriye Nezaretine Admiralty76 zırhlısını neden bir ayak önce almıyorsun, diye çıkışmıyorsunuz.
“Ben gazeteci olmalıyım ki…”
“Ne yapardınız?”
“Her gün, hükûmeti kritik ederdim… Siz ise korkuyorsunuz!”
Fakat, her gün hükûmeti kritik etmemek korkmamazlıktır! Sizinkisi zevzeklik olur!”
“Çevir kazı yanmasın!”
CİDD Ü MİZAH
54
Zemini beyaz, dalları safran renginde, kasnak işlemeli bir çeşit ipek kumaşın adı, ki esnaf basma bu kumaştan sarık sarardı.
55
Sıfır denilen 1 numaradan 16 numaraya kadar yapılmakta olan fes kalıplarından biri.
56
Beyoğlu.
57
Metres, kapatma, nikâhsız kadın.
58
Fırça gibi kısa ve dik kesilmiş saç.
59
Resmî dairelerde yazı işleri ile görevli küçük memurlar.
60
Zar ile oynanan bir oyun ve kumar. Bu oyunda atılan zarın gösterdiği sayılara göre bazıları kazanır, bazıları kaybeder. İkiye bölünerek ortaya konan, fakat eşit olmayan paranın hepsini, yani hem öndekini, hem arkadakini tam olarak kazanan zarlar olduğu gibi tam olarak kaybeden yahut da yalnız öne konan parayı kazanan veya kaybeden zarlar da vardır.
61
Fasulye yazmak: Bitirimcinin (Barbut kahvesi işleten, barbut oynatan adam) , oyun oynatma hakkı olarak aldığı manonun (kumarhanecinin oyun oynatma hakkı olarak aldığı para) hesabını tutmak.
62
Paseta: Kılıç oyununun bir başka türlüsüdür.
63
Bir kâğıt oyunu olan “pastıra” da “fanti” en büyük kozdur ve elinde fanti (oğlan, vale) kozu olan yerdeki bütün kâğıtları toplar ve böylece oyunu kazanması kolaylaşır. Fantiye gitmek: Oyunu kazanmak için kâğıt destesinden fantiyi beklemek, onu çekmeyi beklemek.
64
Oyuna getirmek, külah giydirmek, tongaya bastırmak.
65
Zamanın tanınmış kumarcılarından biri.
66
İki, üç veya dört kişi ile ve 32 kâğıtla oynanan iskambil oyunu.
67
Kâğıt oynayanlardan birinin yanında durup, yardım etmek istediği kimseye karşıdan hasmının elindeki kâğıtları, bu kâğıtların ne olduğunu, bunların her birine mahsus ve bilinen işaretleri ile anlatma.
68
Burada sıralanmış olan adların hiçbiri o zamanda yaşamış olanları göstermez. Yazar bu isimleri, bir etnografya çeşnisi vermek üzere kendisi uydurmuştur.
69
3 Kasım 1839’da çıkarılan ve bir adı “Gülhane Hatt-ı Hümayunu” olan fermanda belirtilen prensipler: a) Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Hristiyan, Müslüman herkesin ırz, namus, can ve mal güvenliğinin korunması, b) Vergilerin belli esaslara göre ayarlanması ve toplatılması, c) Askerliğin düzenli bir usule bağlanması, d) Herkesin kanun karşısında eşit sayılması, e) Mala el koyma ve zapt etme usulünün kaldırılması.
70
Ufak, dilsiz yan düdük.
71
Orta kâse büyüklüğünde, yan yana konulmuş ve üzerine deri geçirilmiş iki yuvarlaktan (dümbelek) ibaret, vurma saz. İki küçük değnekle çalman bu çalgıya tekkelerde “kudüm” denir.
72
Gümrük işlerine bakan daire, Gümrük Müdürlüğü.
73
Bunun, Balkan Savaşı sırasında, düşmanlar tarafından verilmiş bir nota olduğu anlaşılıyor.
74
Kendiliğinden başkalarının işine karışıp akıl öğreten ve her işe burnunu sokan adam.
75
Okuyucu mektubu.
76
Admiralty, İngiltere’de Deniz İşleri Bakanlığı demektir. Yazar burada, anlattığı tipin bilgisizliğini, onun Admiralty’yi bir zırhlı adı sandığını göstermek istiyor. Yanlışlığı bundadır. Yoksa bu isimde bir zırhlı yoktur.
77
İçinde gülünç fıkralar bulunan kitaplara verilen ad. Bu konuda yazılmış olan en büyük eser. Faik Reşat’ın (1851 1914) ın meydana getirdiği Külliyât-ı Letâif’tir.