Eşkal-i Zaman. Ahmet Rasim
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Eşkal-i Zaman - Ahmet Rasim страница 4

Название: Eşkal-i Zaman

Автор: Ahmet Rasim

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-85-3

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      Dinleyenlerden bir zat:

      “Beyim, bugün de lütfen sabunu hatırla.”

***

      Tramvayın içinde:

      “Kız, yine ne oluyorsun? Fıkır fıkır kaynıyorsun?”

      “Arkamı bir şey ısırıyor, anne!”

      “Daha bu sabah değiştirdim. Hay Allah müstahakını versin, gel dön bakayım.”

      (Üç dört kadın sakınarak ayağa kalkarlar.)

      “Oturun ayol. Bunu seyredecek ne var? Çocuktur, bulunur!”

      YİNE ZİNCİRLEME

      Tek bir iç mesele yerine geçmiş olan bu usulün vurguncular üzerindeki sert etkilerini tartmak üzere halkın gösterdiği sevinç benim için yetmedi. Bir yol da yalnızlık köşesine çekilmiş olan yaşlı tacirlerin bu konuda ne düşündüklerini öğrenmek istedim. Âdet olduğu üzere, başyazardan izin alarak dolaşmaya başladım. Gele gele Yeldeğirmeni’ne44 gelerek eski tacirlerden bildiğim bir Musevi’ye uğradım. Hoşbeşten sonra meseleyi açtım. O da gözlerini açarak güldü, dudaklarını bir iki büküp mendiliyle sildi. Bildiğimiz tavrıyla dedi ki:

      “Doğdu bir çocuk, büyüdü, büyüdü, geldi on beş, on altı yaşına. Ana öldü, baba öldü. Ee? Al bunu, koy yerine! Nasıl olur?”

      “Bu, çocuk mu ya?”

      “Ondan da beter… Yumurcak… Nah, bizim Mişon! Beş altı yüz lira sermaye vardı, şimdi onu da üste verecek.”

      “Neden?”

      “Neden olacak! Almış yüz top kumaş… Dört buçuk liradan… Sermaye küçük. Yüzde on dört bulmuş, satmış. Satmış ama yüzde on dördü yemiş. Nasıl yemesin? Ekmek, et, tuz, peynir, balık, sebzevat, ev kirası, üst baş, çoluk çocuk, şeker, gaz, pirinç, almış başını çıkıyor. Laf değil, çıkıyor! Evvel yüzde dört beş büyük kârdı; iki buçuğunu yer, iki buçuğunu saklardı. Bugünlerde on dört kazansan, on altı veriyorsun… Çağır şimdi Mişon’u, de ki: ‘Al malları geri!’ Nereden verecek? On dördü yemiş. Elbet, sermayeden. Gitti yüzde on dört, öteki maldan da yüzde on dört. Bu iş altı defa döndü mü Mişon kapı dışarı.”

      “Nereye?”

      “Dilenmeye. Oldu mu bu? Verme hapse! Ver sokağa!”

      “Ne yapmalı?”

      “Ne yapmalı? Bana mı soruyorsun?”

      “Sana soruyorum…”

      “İpin ucunu koyuvermeli.”

      “Bu, zincir!”

      “Çözmeli be!”

      “Bundan sonrası için mi?”

      “Öyle ya!”

      “Fakat narh koymalı, değil mi?”

      Yüzüme öyle alaylı baktı ki âdeta kızdım. Öfke ile dedim ki:

      “Koymalı!”

      İstifini hiç bozmadı. Gene o küçümseyen bakışı ile bakarak:

      “Ne kafasız adamsın be! Görmüyor musun? Narh demek, yok demektir!”

      Az kaldı, doğru, diyecektim. Demedim, ama uygun karşılık başka bir kelime de bulamadım.

      KÜLAHTAN SONRA KAFTAN

      Bosna ve Hersek’in ülkelerine katılması üzerine, bize Avusturya mallarına karşı bir boykotaj45 yaptırmışlardı, hatırladınız mı? Yaman, süratli bir propaganda hemen hepimize fesleri attırmıştı. O zamanki hâlimiz gözümüzün önüne geldikçe utanıyorum. Dört beş tuhafçı yadigârı,46 koca millete külah giydirmişti.47 Şimdi de kaftan giydirmek istiyorlar.

      Mağazalar önünde görmekte olduğunuz kalabalığı iyice incelediniz mi? İnceleyince anlayacaksınız ki yüzde doksanı onlardan. Vaveyl, gürültü, telaş da onlardan. Çünkü çürük mallar başka türlü sürülmez, yaygara ister.

      1331 senesi Temmuz’unda nelerden yakınıyor idiysek bugün de var. Hükûmet, o tarihte, zorda kaldığından, yarım aylık veriyordu. Tutmuş olduğum notlarda fiyatların yüksekliğinden dolayı uğradığımız şaşkınlıklardan da söz açmışım. Diyorum ki:

      Esnaf; “tekalif-i harbiye”,48 el koyma usullerinden dolayı malları saklıyorlar. Fakat yavaş yavaş çıkarıyorlar. Bir çuval şeker, biteceğine yakın doluyor. “Tasvir-i Efkâr”, memleketin iktisadı adına, yüksek bir heyet kurulmasını istiyor. Vurgunculuğun dayanılmaz bir dereceye vardığını yazıyor.

      Piyasaya gelince, altının değeri otuz üç eski kuruş.49 İhtiyaçlar piyasası yükseliyor. 27 Temmuz’da şöyle idi:

***

      Baş örtüsü fırdolayı, hilal kaş, mavi göz, çekme burun, ince dudak, yeldirmesi yel yeperek50, terliklerinin ökçesine basmış bir kadın, başını bakkal dükkânından içeri uzatarak:

      “Bakkal, pirinç kaça?”

      İçeriden:

      “On bire.”

      “On bire mi? Öyle ise pilava da maşallah!”51

***

      Şimdi de maşallah! Hem kırk bir buçuk kere. O günkü piyasaya göre bugün:

      Ette, aşağı yukarı kasapların gizli gizli sattıkları iaşe fiyatına52 göre üç misli düşük. Günlük ihtiyaç maddelerini bu paha basamağına getiren vurgunculuk, şimdi üstümüzü başımızı soyuyor. Lacivert kumaş giyenlere, apartman sahibi diyorlar.

      Dün, arkadaşlardan biri anlatıyordu; bir incir üzüm şirketi, evvelce, piyasadan otuz iki bin liralık patiska çekmiş. “Bu kadar patiskayı almaya ne zorun vardı?” denildi mi karşılık hazır “Torba yapacağım.” diyecekmiş. Mızrak çuvala sığmaz ama incir, üzüm torbaya girer.

      Cam silmekle geçinen bir Musevi’den ne umarsınız? Demiş ki:

      “Yarın, öbür gün çıplak kalacağız. Çünkü tüccar mal getirtmeyecek.”

      Dikkat ediliyor mu? Propaganda nerelere kadar varmış?

      KIYAK

СКАЧАТЬ



<p>44</p>

İstanbul’da, Kadıköy’de bir semtin adı.

<p>45</p>

Boykot etme; biriyle, özellikle bir yabancı devletle alışverişi kesme.

<p>46</p>

Tuhafiyeci bozuntusu, tuhafiyecilikten kalma tüccar. Burada, Selanik dönmesi iş adamlarını anlatmak istiyor gibidir.

<p>47</p>

Oyun oynamak, birini oyuna getirmek, tuzağa düşürmek.

<p>48</p>

Dış ticaretle ilgili olarak yabancı devletlere verilen, imtiyazlar demek olan kapitülasyonlardan sonra, 1839 tarihinde, yabancılara iç ticaret hakkı da verilmiştir. Bu yüzden memleketin geliri azalmış, barış zamanında alınan normal vergiler devletin idaresine yetmemiştir. Onun için, savaş zamanlarında, istisnai vergiler konulması gerekmiştir. Bunlara ‘tekâlif-i harbiye” (savaş vergileri) denmiştir.

<p>49</p>

“Eski Kuruş” diye bir para ne meskûkât kataloglarında ne de “Ahmet Rasim’in Tarihi”nde (c. 2, s. 743 v.dd.) vardır. S. 747’de bir “cedit kuruş”tan ve bir “esedî atîk kuruş”tan bahsediyorsa da “Eşkâl-i Zaman”da geçen “eski kuruş”un bunlarla ilgisi yoktur. Yazar burada, herhâlde, zarurî ihtiyaç maddelerinin yükseldiğini anlatırken, eskiden otuz üç eski kuruşun gördüğü işi bugün ancak bir altının karşılayabildiğini söylemek istiyor olmalı.

<p>50</p>

Telaşlanarak, yeldirmesi havalanarak.

<p>51</p>

Sözüyle geçineceğiz, pilav da yiyemeyeceğiz.

<p>52</p>

Hükûmetin koyduğu fiyat. Birinci Dünya Savaşı içinde, önce Men-i İhtikâr Komisyonu (Vurgunculuğu Önleme Kurulu) ile bundan birkaç yıl sonra kurulan İaşe Nezareti’nin, halkın kaçınılmaz ihtiyaç maddelerine koyduğu fiyat.