Zeno'nun Bilinci. Italo Svevo
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Zeno'nun Bilinci - Italo Svevo страница 9

Название: Zeno'nun Bilinci

Автор: Italo Svevo

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-91-4

isbn:

СКАЧАТЬ öldüğünde, her şeyin bittiğine inanır mısın?”

      Ölümün gizemini her gün düşünürüm ancak henüz ona istediği bilgiyi verecek durumda olmadığımdan, sırf gönlü hoş olsun diye geleceğimiz ile ilgili mutlu bir tablo uydurdum:

      “Zevkin varlığını koruyacağına inanıyorum çünkü orada acıya gerek kalmaz artık. İnsan bedeninin çözülüp çürümesi, cinsel bir zevk yaratabilir. Yeniden oluşması çok yorucu olacağına göre buna mutluluk ve dinlenme duygusu eşlik edecektir. Bedenin çözülmesi, yaşamın ödülü olmalı!”

      Büyük bir pot kırmıştım. Akşam yemeğini yemiş ama hâlâ masadan kalkmamıştık. Babam sözlerime cevap vermeden sandalyesinden kalktı, bardağını başına dikti, ardından “Seninle felsefe yapmanın zamanı değilmiş demek ki.” dedi.

      Ve çıkıp gitti. Çaresizce peşinden gittim, bu pek sıkıcı düşüncelerden uzaklaştırmak için yanında kalmayı düşündüm ama beni uzaklaştırdı. Ona ölümü ve zevki hatırlatıyormuşum.

      Bana konusunu açana kadar vasiyet meselesini aklından çıkaramayacaktı. Beni her gördüğünde bu konuyu hatırlıyordu, dolayısıyla bir akşam dayanamayıp patladı:

      “Sana bir şey söylemem gerekiyor, vasiyetimi hazırladım.”

      Onu artık kâbusu hâline gelen ölüm düşüncesinden uzaklaştırmak için, haberin bende yarattığı şaşkınlığı hemen yendim.

      “Ben böyle bir zahmete girmeyi düşünmüyorum hiç, umarım vârislerimin tümü benden önce ölür.” dedim.

      Ona göre ciddi bir meseleydi, gülmemden hemen rahatsız oldu, beni cezalandırmak istedi. Böylece hiç de zorlanmadan beni, Olivi’nin vesayetine bırakarak oynadığı oyunu anlattı bir güzel.

      Şunu söylemeliyim ki bence ben, iyi bir evlat olduğumu işte o gün kanıtlamıştım; kendisine acı çektiren düşüncelerden onu koparmak için itiraza yeltenmedim hiç. Son isteğini ne olursa olsun yerine getireceğimi bildirdim.

      “Belki…” diye ekledim. “Son isteğini değiştirecek davranışlarda bulunmayı başarırım.”

      Böyle söylemem hoşuna gitti çünkü benim, ona uzun, pek uzun bir yaşam atfettiğimi gördü. Yine de benden eğer kendisi vasiyetini değiştirmez ise Olivi’nin yetilerini küçümsemeye kalkışmayacağıma dair yemin istedi. Şerefim üzerine söz vermem kâfi gelmeyince yemin ettim. O zamanlar, o kadar uysaldım ki hâlâ hayattayken onu yeterince sevmediğim için pişmanlık duyduğumda hep o sahneyi hatırlarım. Aslında dürüst olmam gerekirse o dönemde, onun isteklerine seve seve boyun eğiyordum çünkü çalışmaya beni zorlamaması pek hoşuma gitmişti.

      Ölümünden yaklaşık bir yıl önce, sağlığı için etkili bir adım atabildim. Kendini hasta hissettiğini söyleyince onu doktora gitmeye zorladım, dahası bizzat kendim götürdüm. Doktor bazı ilaçlar yazdı ve birkaç hafta sonra kendisini tekrar görmemizi istedi. Ancak babam, mezarcılardan ne kadar nefret ediyorsa doktorlardan da bir o kadar nefret ettiğini söyledi, kendisine reçete edilen ilaçları da almadı çünkü onlar da doktorları ve mezarcıları hatırlatıyormuş, böylece tedaviyi reddetti. Birkaç saat sigara içmedi ve bir öğünü şarapsız geçirdi. Tedaviden vazgeçince kendini çok daha iyi hissetti ve ben de onu böyle mutlu görünce, bu mesele üzerine daha fazla düşünmedim.

      Sonrasında kimi zamanlar pek keyifsiz geldi gözüme. Ama yalnızdı, yaşlıydı, asıl mutlu görsem şaşırırdım.

      Mart ayının sonunda bir akşam, eve her zamankinden biraz daha geç geldim. Bir terslik olduğundan değil, sadece Hristiyanlığın kökenleri üzerine bazı fikirlerini bana açıklamak isteyen ukala bir arkadaşın eline düşmüştüm. İlk kez benden, bu kökenler üzerine düşünmem isteniyordu, arkadaşımı memnun etmek için bu uzun derse adapte olmaya çalıştım. Hava yağmurlu ve soğuktu. Arkadaşımın bahsettiği Yunanlılar ve Yahudiler dâhil, her şey tatsız ve kasvetliydi ama yine de iki saat boyunca süren bu azaba katlandım. Her zamanki zayıflığım işte! Bahse girerim, bugün hâlâ böyle konularda o kadar dirençsizim ki birisi beni karşısına alıp ciddi ciddi konuşsa pekâlâ beni astronomi okumaya teşvik edebilir.

      Villamızı çevreleyen bahçeye girdim. Buraya kısa bir araba yolu ile ulaşılıyordu.

      Hizmetçimiz Maria’yı pencerede beni beklerken buldum, yaklaştığımı duyunca karanlıkta bağırdı:

      “Siz misiniz, Bay Zeno?”

      Maria şimdilerde eşine rastlanamayacak türden bir hizmetçiydi. Yaklaşık on beş yıldır bizimle yaşıyordu. Her ay maaşının bir kısmını yaşlılığı için bankaya yatırırdı, ne yazık ki bu birikimin ona bir faydası dokunmadı çünkü ben evlenmeden kısa bir süre önce, işinin başındayken hayatını kaybetti.

      Maria bana, babamın birkaç saat önce eve döndüğünü ancak akşam yemeği için beni beklemek istediğini söyledi. Kendisi yesin diye ısrar etmiş ama babam, kaba bir şekilde başından savmış onu. Sonra birkaç kez huzursuz ve endişeli bir şekilde beni sormuş. Maria’nın, babamın iyi hissetmediğini düşündüğü açıkça ortadaydı. Konuşmakta güçlük çektiğini ve sık sık nefes nefese kaldığını anlattı. Onunla yedi yirmi dört bir evde kapalı kaldığı için Maria, gitgide babamın hasta olduğuna inanmaya başlamıştı. Zavallı kadın için bu evde meşgul olunacak pek az şey vardı, ayrıca annemle yaşadığı deneyim sonrası, herkesin kendinden önce öleceğini sanıyordu.

      Biraz meraklanarak yemek odasına koştum ancak hâlâ endişelenmiş değildim. Babam uzandığı koltuktan doğruldu, büyük bir sevinçle karşıladı beni, bense duygulanamamıştım çünkü yüzünden sitem okunuyordu. Yine de bu hareketi, merakımı dindirmeye yetti çünkü sevinci sağlıklı olduğunu gösterir diye düşünüyordum. Üstelik Maria’nın anlattığı nefes darlığından ve konuşma zorluğundan da bir iz görememiştim. Bana sitem edecek derken ettiği inatçılık yüzünden özür diledi:

      “Ne yapayım işte?” dedi nazikçe. “Bu dünyada bir başımıza kaldık, yatmadan önce göresim geldi seni.”

      Keşke o an içten davranabilseydim, keşke hastalık nedeniyle yumuşak başlı ve pek bir şefkatli olan sevgili babacığımı kollarıma alsaydım! Oysa ben soğukkanlılıkla, ona bir tanı koymaya kalkıştım: İhtiyar Silva ne kadar da uysallaşmıştı böyle? Hasta mıydı gerçekten de? Şüpheyle süzdüm onu, aklıma sitem etmekten başka bir şey gelmedi:

      “Ama neden bu saate kadar yemek yemeden bekledin beni? Yemeğini yedikten sonra da bekleyebilirdin pekâlâ!”

      Canlılıkla güldü:

      “İki kişi yiyince yemeğin tadı bir başka oluyor.”

      Bu sevinç, aynı zamanda açılmış bir iştahın belirtisi de sayılabilirdi: Rahatladım ve yemeye koyuldum. Babam ayağında ev terlikleri ile dengesiz adımlar atarak yemek masasına yaklaştı ve her zamanki yerine oturdu. Bir süre yemek yerken beni izledi, kendisi de zar zor birkaç kaşık yedikten sonra yemeyi bıraktı ve hatta iğrenerek tabağını itti. Ama gülümsemesi ısrarla yaşlı yüzünde asılı kaldı. Birkaç kez gözlerine baktığımda, bakışlarını benden başka yöne kaçırdığını daha dün gibi hatırlıyorum. СКАЧАТЬ