Название: Yıldız'da Neler Gördüm?
Автор: İsmail Müştak Mayakon
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-93-8
isbn:
Sultan Hamit’in bir berberbaşısı vardı. Bu adam ta şehzadeliğinden beri yanında bulunan güvenilir bir emektarı idi. Fakat bu berber Sultan Hamit’i tıraş ederken ya başkâtip yahut bir musahip hazır bulunurdu. Sultan Hamit tıraş olurken bunlarla konuşurdu, fakat asıl maksat bu makas ve ustura oyununda -kaldı ki pek emniyetli dahi olsa- berberbaşı ile yalnız kalmamaktı. Sultan Hamit sakalını bizzat kendisi düzeltirdi. Berberin yanlışlıkla makası derin vurarak sakalının biçimini bozmasından korkardı, fakat bunun hakiki sebebi sakalla gırtlak arasındaki mesafenin kısalığı idi. Nihayet berberbaşı da bir adamdır. Onun da çıldırması yahut düşman oluvermesi ihtimali vardır. Makasın ucunu gırtlağına sapladı mı mesele tamamdır. Bu, fantezi kabilinden bir mütalaa yahut hakikatten uzak bir ihtimal değildir. Ölümüne kadar hemen her gün temas etmekte olduğum Tahsin Paşa, bunu bizzat bana söylemiştir. Ne yazık ki Tahsin Paşa buna benzer birçok garabetlere vâkıf olduğu hâlde -birçok ısrar ve ricalarıma rağmen- bunları hatıratına geçirmemiştir.
Sultan Hamit’in doktorluğa itimadı vardı. Sarayda mükemmel bir eczane-i hümayun ile müteaddit doktorlar vardı. Tıbbın ilerlemesini ilgiyle takip ederdi. Tıbbiye Mektebinden kudretli hekimler yetişmesini samimi olarak arzu ederdi. Eğer genç doktorlarımızın Avrupa’da alçak kişilerle düşüp kalkacaklarından korkmasaydı, her sene Avrupa’ya eğitimini tamamlaması için birçok talebe gönderebilirdi. Böyle olmakla beraber eczane-i hümayunda yapılan ilaçlardan kullanmazdı. Zehrin de ilaç yerine verildiğini, ölçüsü fazla kaçırılan zehirli bir ilacın ölüme sebep olabileceğini düşünürdü. Pek mecbur kaldığı zaman ilacı evvela ya bir köpeğe yahut haremdeki kadınlardan birine içirtir sonra kendisi içerdi. Sultan Hamit Beylerbeyi Sarayı’nda muhafaza altında otururken hastalanmıştı. Hükûmet kendisini tedaviye Âkil Muhtar Bey’i memur etmişti. Sultan Hamit’in hayatı ne kadar sevdiğini, daha doğrusu saltanat ümitleri tamamen zail olduktan sonra bile etrafında suikast tehlikeleri görerek fikren ne kadar rahatsız olduğunu şundan anlayabiliriz ki Doktor Âkil Muhtar Bey hasta için yazdığı ilaç kaşelerinden bir tanesini Sultan Hamit’in gözü önünde kendisi yutmadıkça ihtiyar hasta bu ilaçları kullanmaya razı olmamıştı.
Sultan Hamit hatırı sayılır tütün tiryakilerindendi; fakat tekelin mamulatını bir defa olsun ağzına koymamıştı. Onun içtiği sigaralar tütüncübaşının odasında sarılırdı.
Sultan Hamit’in huzurunda şüpheli hareketler felakete sebep olurdu. Onun huzuruna çıkanlar ona ne verecekler, ne göstereceklerse ellerinde ve aşikâr surette tutarlardı. Bir kâğıt aramak yahut bir mendil çıkarmak için eli yan veya arka cebe götürmek insanı belaya sürükleyebilirdi; çünkü yan cepten bir kama, arka cepten bir tabanca çıkarmak mümkündü.
Sultan Hamit tahta ilk çıktığı zamanlar cuma namazlarını İstanbul’un çeşitli camilerinde kılar, bu alaylara atla giderdi. O vakit hürriyetperver bir padişah idi yahut fazla atlamak için geriye çekilmek kabilinden bir siyasetle öyle görünmek isterdi. Bu cuma alaylarında halk akın akın padişahın güzergâhına toplanır, birçok kimseler ona yaklaşarak arzuhâl verirdi. Sonraları Sultan Hamit, Yıldız Sarayı’na çekilerek milletle teması kesince padişaha bizzat arzuhâl vermek usulü de kaldırıldı. Daha doğrusu halkın; güzergâhı hümayuna yaklaşması yasak oldu. Buna “erbabı fesadın zatı şahaneye suikast icrasını tasavvur etmekte oldukları ve bunlardan birinin kadın kıyafetine girerek tasavvuru vakiyi mevkiyi fiile çıkaracağı” yolunda bir ihbarın sebep olduğunu işitmiştim.
Suikasta uğramak korkusu Sultan Hamit’in kalbine ne derece kuvvetle yerleşmiş olduğunu çok gülünç bir misalle ispat etmek isterdim.
Bir gün büyük elçilerimizden biri mabeyine bir şifre telgraf göndermiş, bu telgrafla “erbabı fesadın zatı şahaneye suikast etmek fikri melunanesiyle, bir fabrikaya sureti mahsusada sipariş ettikleri ceviz büyüklüğünde bombaları bir sandığa koydurarak Mesajeri Maritim kumpanyasının Nijer vapuruyla Marsilya’dan İstanbul’a gönderdiklerini, şayet bu bombalar İstanbul’da karaya çıkarılmazsa Karadeniz’de Samsun limanına çıkarılarak oradan Laz sandalları vasıtasıyla İstanbul’a sokulmaya çalışılacağını, bunların yelek cebinde taşınabilecek bir büyüklükte olması istimallerini kolaylaştırmakta bulunduğunu” bildirmişti. Bu telgraf sarayın içinde bir bomba gibi patlamıştı. Artık bütün işler durmuştu. Mesajeri Maritim vapurunun Marsilya’dan İstanbul’a kadar uğrayacağı bütün Osmanlı limanlarına telgrafla iradeler tebliğ olundu. Vapurdan çıkarılacak denklerin birer birer muayene olunmaları tembih edildi. İstanbul’da Müşir Zeki Paşa’nın, Zülüflü İsmail Paşa’nın, Tatar Şakir Paşa’nın, Kabasakal Mehmet Paşa’nın, Beşiktaş muhafızı Hasan Paşa’nın, mahut Fehim Paşa’nın bütün teşkilatı seferber hâline konuldu. Vapur İstanbul rıhtımına yanaştığı dakikadan hareket saatine kadar karadan denizden bir casus ve memur tabakası etrafını kuşattı. Vapurdan çıkarılan en ufak eşya dengi bile, sıkı bir muayeneden geçiriliyordu. Bomba sandığı çıkmadı. O zaman kapitülasyonların hükmü cari olduğundan ambarda öyle bir sandık bulunup bulunmadığını anlamak için vapura memur sokmaya imkân yoktu. Nihayet şuna hükmedildi: Alçak kimse; bomba sandığı İstanbul’a çıkarmak kabil olmadığını anlayınca -büyükelçinin yazdığı şekilde- Samsun’a çıkarmaya karar vermişti. Bunun üzerine Sultan Hamit’in iradesiyle adliyeden, Beşiktaş muhafızlığından, Tophane müşirliğinden birer memurla iki Arnavut tüfekçiden mürekkep bir komisyon teşkil olundu. Bu komisyonun vazifesi aynı vapur Samsun’a gidip bomba sandığını karaya çıkar çıkmaz yakalamak ve idarei mahsusa vapurlarından biriyle İstanbul’a göndermekti. Mesajeri vapuru bu komisyonu da alarak Karadeniz’e hareket etti. Komisyon üyesine -o devrin âdeti, daha doğrusu Sultan Hamit’in siyaseti icabınca- bol harcırahlar, atiyeler, rütbe ve nişanlar verildi. Komisyon Samsun’dan saraya çektiği telgrafta sandığı yakaladığını, Marsilya’dan Samsun’da bir tüccara hitaben gelen beyannamesinde asit karbonik diye bir tabir yazı olduğunu bildirdi. O tüccar derhâl gözaltında olarak İstanbul’a gönderildi. İdarei mahsusanın bir vapuru da bomba sandığını alarak hareket etti. Vapur bir müddet Karadeniz boğazında durduruldu. Nihayet içeri girerek Kız Kulesi açıklarında demirlemesi emir olundu. Bir taraftan Tophane müşiri Zeki Paşa’ya bir iradei seniyye ile sandığın vapurdan alınarak bombalardan bir tanesi Zeytinburnu fabrikasında tahlil edildikten sonra çoğunun imha ve denize terk edilmesi bildirildi. Zeytinburnu fabrikasında sandık içindeki bomba denilen şeylerin gazoz imaline mahsus asit karbonik kapsülleri olduğu anlaşıldı. Bununla birlikte iradei seniyye mucibince hepsi denize döküldü. Garibi şu ki bu maskaralığa kızmak şöyle dursun, gülmek bile kimsenin aklından geçmedi. Bomba havadisini veren sefirimizin bu kadar basit bir şeyi bilmeyecek kadar cahil olduğunu yahut başta padişah olduğu hâlde bütün sarayla mükemmel bir alay ettiğini kimse düşünmedi. Sanki hakikaten bir sandık dolusu bomba yakalayıp denize atılmış ve alçak kimselerin dehşetli bir teşebbüsü kısır bırakılmış gibi bir zevk içinde mesele kapandı gitti. Bu vaka Sultan Hamit’in her an her taraftan beklediği suikast teşebbüslerine karşı ne derece tetik üstünde yaşadığını ispata yeterlidir sanırım. Abdülhamit’in bu çılgınca СКАЧАТЬ