Kız sözünü keserek “Hadi çık! Kapıyı kapatayım.” dedi.
Vaniyuşa şarabı getirdiğinde “Lafil ve İrejali.”8 dedi Olenin’e ve hayvani gülüşlerinden birini savurarak çıktı.
Köy meydanında dönüş borusu çalınmıştı bu arada, tarlalarda çalışan köylüler dönüyorlardı hep. Davarlar, inekler, yaldızlı bir toz içinde, kapılarının önünde sıkışarak böğürüyorlardı. Kadınlar, kızlar, davarları toparlamak için oraya buraya koşuşuyorlardı. Güneş, karlı, uzak tepelerin ardında hepten kaybolmuştu artık. Yere göğe mavimsi bir gölge yayılıyordu. Karanlıkların kapladığı bahçelerin üstünde, durup dururken parlayan yıldızlar boy gösteriyor ve köyün bütün gürültüsü yavaş yavaş diniyordu. Davarlar yerlerine girdikten sonra, kadınlar köşe bucaktan çıkarak gelir, sedirlere yerleşir, ayçiçeği çekirdekleriyle oyalanırlardı. İki ineğiyle mandasını sağmış olan Mariyana gelip topluluğa katıldı.
Toplulukta birkaç kız, birkaç kadın ve bir de yaşlı bir Kazak yer alıyordu.
Abriyokun öldürülmesi meselesi konuşuluyordu. Kadınlardan biri “Sanırım ki…” dedi. “büyük bir mükâfat alır; ne dersiniz?”
“Ona ne şüphe! Ona, büyük bir haçlı nişanı verileceği söyleniyor.”
“Böyle olduğu hâlde, Mosev onu suçlu çıkarmaya kalkışmış; tüfeğini elinden almış ve bütün Kızılyar’daki memurlar bunu haber almışlar.”
“Bırak şu Mosev’i canım, o da adam mı!”
“Lukaşka gelmiş deniyor, aslı var mı?”
“Yamka’nın meyhanesinde bir arkadaşıyla keyfediyorlar anlattıklarına bakılırsa, okkalık şişeyi yarılamışlar şimdiden.”
Yamka evlenmemiş, adı kötüye çıkmış bir Kazak kadınıydı. Topluluklardakiler böyle konuşurlarken uzaktan üç kişinin, kafayı bulmuş olarak sallana sallana gelmekte olduklarını gördüler. Biri Lukaşka’ydı bunların.
Delikanlı, topluluğa yaklaşırken kalpağını ağır ağır çıkardı. Kızların önünde durdu. Yanakları, ensesi kızarmıştı. Ayakta tane tane konuşurken vakarlı ve ölçülü bir aygıra benziyordu; yelesi havaya kalkmış oynarken birdenbire ürküp solumaya başlayan ve dört ayağı üzerinde dikili gibi duran güçlü bir aygır… Lukaşka, böylece sakin ve gururlu, gülen gözleriyle kâh sarhoş arkadaşlarına kâh karşısındaki kızlara, kadınlara bakıyordu.
Mariyana, kulübenin köşesinden göründüğünde Lukaşka, yine aynı ciddilikle kalpağını çıkardı. Telaşsızca geri çekilerek onun karşısında durumunu takındı. Bacakları az ayrı duruyordu; kalın parmakları belindeki kamanın üzerinde oynuyordu. Mariyana, onun selamına hafifçe baş eğerek karşılık verdi. İlerledi, toprak seddin üstüne oturdu. Koynundan ayçiçeği çekirdekleri çıkarıp atıştırmaya başladı. Lukaşka, gözlerini ondan ayırmıyordu. Mariyana gelince toplulukta ses kesildi. Sonra, kadınlardan biri Lukaşka’ya sordu:
“E, siz burada çok kalacak mısınız?”
Lukaşka, ciddi bir tavırla cevap verdi:
“Yarın sabaha kadar.”
Konuşmanın düğümü çözülmüştü artık. Her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Gelen askerlerin münasebetsizliklerinden, pis kokan tütünlerden şikâyet edildi. Lukaşka, söze hiç karışmadan sadece Mariyana’ya bakıyor ve bu bakışların altında genç kızın sıkıldığı apaçık görülüyordu. Sonunda, onun yanına gelerek “Mariyana!” dedi. “Bu gelenlerin başı sizin eve yerleşmiş diyorlar, öyle mi?”
Her zaman olduğu gibi Mariyana yine cevap vermekte acele göstermedi. Gözlerini, ağır ağır, ayakta duran Kazaklara çevirdi. Lukaşka’nın gülümseyen bir hâli vardı; sanki o sırada genç kızla kendisi arasında bu konuşmalarla hiç ilgisi olmayan bambaşka özel bir olay cereyan ediyordu. Mariyana’ya sorulan soruya, onun yerine yaşlı bir kadın cevap verdi:
“Öyle ya!.. Onlar, dört üstü murat üstü!..9 Hem de bir ev değil, iki ev tutmuşlar. Fomuşkin’in evine de komutanlardan birini yerleştirmişler. Dediklerine göre, odanın yarısını sadece eşyaları kaplamış. Çoluk çocuk nereye tıkılacaklarını bilemiyorlarmış! Dünyada görülmüş şey mi bu? Bunları, haydut sürüsü gibi başımıza kim musallat etti! Ne oluyoruz! Yaptıkları işler şeytan işi! Aklım almıyor.”
Başka bir kadın atıldı:
“Terek’in üstüne bir köprü yapacaklarmış, öyle söyleniyor.”
Bir genç kız, “Hayır, hayır! Benim duyduğuma göre, büyük bir çukur kazıp delikanlıları sevmeyen bütün kızları o çukura atacaklarmış.” diyerek her zamanki maskaralıklarıyla herkesi güldürürken bir başkası da yanındaki Mariyana’ya değil de onun yanındaki kocakarıya sarılıyordu.
Yine o genç “Mariyana’ya neden sarılmıyorsun, sıra onda?.. Hepsinin hakkını vermeli!”
“Neme gerek? Yaşlısı beni daha çok çekiyor!” derken kollarının arasında çırpınan kocakarıyı öpüyordu.
“Aman yeter, boğuldum!..”
Tüfekleri omuzlarında, kaputlu üç asker, nöbet değiştirmeye geliyorlardı. Eski bir süvari olan onbaşıları, Kazaklara sert bir göz attıktan sonra adamlarını geçirdi. Lukaşka ile arkadaşı Nazarka, o sıra yolun tam ortasında olduklarından esas vaziyete geçtiler. Nazarka geri çekildi. Ama Lukaşka, surat asıp kaşlarını çattı ve yerinden kıpırdamadı, sadece baş ve sırtını çevirmekle kaldı. Arkalarından askerlere bakıp hakaretle başını salladı:
“Sokağın ortasında insanlar olduğuna göre onların biraz yollarını değiştirmeleri gerekir!”
Askerler, ses çıkarmadan tozlu sokakta yola devam ettiler.
İlkin Mariyana, sonra da bütün kızlar gülüştüler.
Nazarka, “Köpoğullarının ne de düzgün kılıkları var! Uzun cübbeli kilise adamları gibi!” dedi.
Böyle söylerken, onların taklidini yaparak asker adımlarıyla yürüyordu arkalarından.
Herkes, gülmekten katılıyordu.
Lukaşka, usulca Mariyana’ya yaklaştı:
“Komutan evinizin neresinde oturuyor?”
Mariyana dalar gibi düşündü:
“Yeni СКАЧАТЬ
8
Bozuk Fransızcasıyla “Kız çok güzel.” demek istiyor uşak. (ç.n.)
9
Dört üstü murat üstü: İşi her zaman yolunda olanlar için söylenen bir söz. (e.n.)