Kara Bela. Namık Kemal
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kara Bela - Namık Kemal страница 3

Название: Kara Bela

Автор: Namık Kemal

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-32-7

isbn:

СКАЧАТЬ O boğazına zincirler takılıp da yüzü üstüne sürüklene sürüklene zebaniler eline teslim olunacak cehennem kaçkını? O kara kütük? Ben onu inşallah ahirete bırakmam ya dünyada sürüm sürüm süründürürüm!.. Dünyada ateşli zincir yoksa kızgın taç var; zebani yoksa, zebani kıyafetiyle cellat var… Cehennem yoksa, zindan var… Mezar var! O, onların hepsini görecek; hepsinin hışmına, azabına uğrayacak! Anlasın ki dünyada hükmü geçen padişah pederimin “Herkes gezsin eğlensin, sefa sürsün, ömrüme, devletime dua etsin!” diye hazineleri sarf edip de yaptırdığı bahçeden adam kovmak nasıl olurmuş, elinde kimden emri var imiş? Bunları soracağım, hepsini hepsini soracağım da vereceği münasebetsiz cevaplara kahkahalarda güleceğim!..” (birdenbire tebdil-i tavır ile için için ağlayarak) “Güleceğim ama onu gülmekten ziyade ağlatacağım! Melun fellah? Kara taştan yapılmış put suratlı hınzır! O, beni zevkimden mahrum etti, ne tarafa baksam suratı gibi karanlık görüyorum! Beni rezil etti. Yalnız o değil ya sen de ondan kalır hainlerden değilsin! Ama kabahat yine bende. Hiç öyle âşıklar mesiresine senin gibi Ferhad-ü Şirin cadusuyla gidilir mi, hiç öyle cennet numunesine o fellah gibi kara zebani götürülür mü? Ben kendim götürdüm. Bir yıldan beri kalbimde, canımdan daha kıymetli cevher gibi sakladığım sırrımı ağzımdan kaptın. Ben tevekkeli şimdiye kadar kimseye derdimi açmaktan çekinmezdim. Mübarek başın boş mağara mıdır nedir? Ne olacak, zati beyni yok ki… İçine bir lakırtı düştü mü bir dakika sürmeden hemen etrafa akseder. Bak şu saray terbiyesi görmüş hanıma! Bilmem nereni beğendiler de seni bana daye ettiler? Ha… Galiba casussun da ne yaparsam ötekine berikine haber vermek için seni yanıma koymuşlar.”

      MİHRİDİL: “Sultanım! Allah aşkına merhamet et! Ben size ömrümde hıyanet etmedim, ömrümde hıyaneti düşünmedim. Hiçbir vakit bir ufak zevkiniz için canımı feda etmekten çekinmem.”

      BEHREVER: “Söyle bakayım… Ağla ağla… Gözleri çıkası! Bir de şimdi kalk da bu sitemin için ölürüm falan diyerek kendini pencereden aşağı atmaya çalış… Ben inanırım değil mi? Hâlâ gözünüzde beş altı yaşında çocuk gibi görünüyorum ya!” (gidip hışımla Mihridil’in iki elini tutarak) “Sen bana şunu söyle bakayım: Şirretlik, müzevirlik, ağlamak, sızlamak lazım değil. Ben kendi hâlimde oturuyor, kendi derdimi kendim düşünüyordum; âdeta derdimle eğleniyordum. Bahçeye gidelim, şöyle gülelim böyle eğlenelim diyerek beni getirdin. Orada şeytan gibi damarıma girdin, bin türlü hile ile beni boş bulundurdun, âdeta aldattın, âleme rezil ettin! Sırrımı o merkep kıyafetli Arap’a söyleyeceğine, deste deste kâğıtlara yazaydın da dünyaya dağıtaydın. Bu ettiğin hıyanetten muradın ne idi? Söyle bakalım! Nasıl da korkunç bakıyor… Hainliğin cezası cellat kıyafetine girmiş de gözünün önüne gelmiş gibi tiril tiril titriyor.” (Acı acı gülerek, Mihridil’in elini elinden silkip atar.) “Ne cevap verecek? Dili tutuldu. Hain melunlar! İkiniz de kahrolun; o Arap da sen de… Mademki işi bu dereceye götürdünüz! İşte seviyorum, işte seveceğim. İnadınıza, rağmınıza o muhabbetten el çekmeyeceğim. Ne yapacaksınız bakalım? Çadırda münasebetsizce söylene söylene beni bayılttın, şimdi de vırlanmaya başlar da mevtime sebep olabilir isen aferin sana!”

      MİHRİDİL: “Efendim elverir. Siz beni öldürdünüz. Bahçede ne rezalet oldu, kim ne lakırtı söyledi ki tehevvür buyuruyorsunuz?”

      BEHREVER: “Daha dün söylediği lakırtıyı inkâr edecek de beni aldatacak. Nasıl kimse bir şey işitmedi? Bağırdı, çağırdı, hem de kaçırdı diyen sen değil miydin? O bağırdığı çağırdığı vakit herkesin kulağı da senin aklın gibi yok mu olmuştu? O berikini kaçırdıysa herkesin gönlü de senin hıyanetin gibi taş mı kesilmişti?”

      MİHRİDİL: “Anladım, anladım velinimetim! Hata etmişim. Budalalık, sersemlik etmişim. Vallahi Arap beni can korkusuna düşürdüğünden söyledim; sizin için birtakım sözler çıkar diye onun için söyledim. Dilim kuruya idi de söylemeyeydim. Söylemesem Arap beni öldürürdü. Keşke öldürse idi, kurtulur giderdim. Kurtulalı da şimdiye kadar yirmi dört saat olurdu. Şimdi her dakikada bir kere ölüyorum. Hakkın var efendiciğim, ben gerçekten budala imişim. Haysiyetinizi düşündüm de gönlünüzün hâli hiç hatırıma gelmedi.”

      BEHREVER: “Sus canın çıksın! Yine durur durur da insanın gönlünden bahseder… Gel bari yerinen kopar, belki o vakit rahat edersin!”

      MİHRİDİL: “Allah aşkına beni affediniz! Söyledim fakat gürültü çıkmadı. Ötekine… Yüzüme öyle gazaplı gazaplı bakmayınız; ötekine Arap’ın ne söylediğini bilmiyorum… Şayet gönlünü kırdı…”

      BEHREVER: (kemal-i hiddetle lakırtısını keserek) “Şimdi o fellahı bana çağır, şimdi ben ona gösteririm!”

      (Mihridil gider.)

      İKİNCİ MECLİS

      BEHREVER: (kendi kendine) “Şayet onun gönlünü kırdıysa… Bir Arap, vücudunun, hayatının bedelini esirci avcunda görmüş bir fellah, onun gönlünü kıracak! Benim dünyada onun gönlünden başka ele alacak bir muradım olmadığını düşünmeyecek. Benim hayatım, eğlencem, telezzüzüm, ikbalim, emelim, rahatım bir yere toplanı-verse de vücut bulmak lazım gelse tıpkı onun gönlü gibi olacağını bilemeyecek de yine onun gönlünü kıracak, öyle mi? Yine ben saltanatımda devletimde rahat rahat güleceğim, eğleneceğim; o mihnetiyle, belasıyla mahzun mahzun ağlayacak ha!” (acı acı gülerek) “Buna da sebep bu fellah! Hem şimdi o kara gönlünü yerinden çıkarmaya, o fıtrat-ı siyahını çamurlar içinde yuvarlamaya muktedir olduğum Arap! Allah Allah insan ne kadar büyük olur ise o kadar alçakların kahrı altında kalıyor!.. Geçmesin nasibinden… Ben ona gösteririm.”

      ÜÇÜNCÜ MECLİS

      Behrever, Mihridil, Ahşid

      BEHREVER: (nihayet derecede hışımla) “Çingene suratlı Arap! Gelebildin öyle mi?”

      AHŞİD: “Bir emriniz mi var efendim?”

      BEHREVER: “Emrim var! Gebereceksin; ama benim emrimle olmaz! Yakın vakitte padişah babama söylerim, o emreder; sen emrine kail olsan da olmasan da gebertirler. Nankör hınzır, velinimet haini köpek!”

      AHŞİD: (lakırtısını keserek) “Nasıl hıyanet efendim, acaba sadakat mi buyurmak istemiştiniz? Bu kadar zamandır hizmet-i hümayununuzda ne hıyanetimi gördünüz? Ne vakit bir fermanınıza muhalefet ettim? Ne söyledim, ne yaptım? İhsan buyurunuz, sadıkların düşmanı çok olur. Çünkü hiçbir hain bir sadığı çekemez. Dünyada hain ne kadar çok ise sadık o kadar azdır. Zannederim ki efendimize aleyhimde lakırtılar söylenilmiş.” (dayeye bakarak) “Söyleyenleri bilmek de güç bir şey değil!”

      BEHREVER: “Arap! Ben sana devletten, ikbalden bahsetmiyorum; kendi hâlimi söylüyorum.”

      AHŞİD: “Bizim devletimiz, ikbalimiz efendimizin hâlidir. Emir buyurun arkamdan lakırtı söyleyen her kim ise meydana çıksın, söylediklerini yüzüme karşı söylesin. O zaman hıyanet, sadakat belli olur.”

      BEHREVER: “Dün bahçede beraber değil miydik? Sen gürültüler çıkarmadın mı, benim için ötekini berikini taciz etmedin mi? Söyle bakayım!”

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст СКАЧАТЬ