Fakir bir adamım. Hem Osmanlı kapısında büyümüşüm! Ka… Ka…
Kabul etmem!”
Acem Ali Bey’in bu telaşa güleceği gelerek ve fakat gülmeyerek dedi ki:
“Geçen gece Kurşunlumahzen yanında arkamdan ayrılmayan sendin. Kastının ne olduğunu da anladım. Fakat mademki Sohbet’in dostusun, sana merhameten nasihat ederim ki kısmetini başka yerden ara dostum! Hem al şu bir lirayı da bu gece harçlık et. Senin gibi köpekler gazaptan ziyade merhamete şayandırlar.”
Papazoğlu’nda lirayı aldığı gibi bir gidiş var!
Hatta Sandalcı Sohbet dahi şu hâlden pek ziyade mahcup olarak adı geçen Papazoğlu’yla yalnız bir göz aşinalığı olduğunu ifade ederek dedi ki:
“Beyim! Eğer beni gerçekten Papazoğlu’nun dostu ve arkadaşı tanıyorsan merhabayı keselim! Zira emin olmadığın bir adamla arkadaş olmamalısın.”
“Sana en doğrusunu söyleyeyim mi Sohbet? Şu Galata içinde senden daha cesaretli bir babayiğit bulunmadığını teslim ederim. Fakat bin düşmanım olsa yine korkum yoktur. Rıhtım kavgasını gördün ya? Papazoğlu’na ettiğim dikkati de şimdi gördün. Kahpe olan düşmandan hile ve oyunum ve cesur olandan da yumruğum sayesinde hiç korkum yoktur. Fakat emin ol ki seni öyle hırsız çeşidinden tanımam. Sen her cinayeti etmiş bir adam isen de hiçbir kimsenin hiçbir habbesine göz dikerek canına dahi kastetmemişsindir.”
“Ben o sözü söyleyeceğinizi bilseydim Papazoğlu’nu hiç de yanıma bile uğratmazdım. Ben burada sizi beklerken o kendisi geldi yanıma oturdu. Hatta bir de biramı içti. Neyse! Bu gece beni mutlaka görmek isteyişinizin ne için olduğunu merak ettim. Bir kimseyle kavganız filanınız mı var?”
“Bir kimseyle kavgam olsa yardımcıya muhtaç mıyım?”
“Yok! Muhtaç değilsin amma…”
“Bu gece seni kendime yardımcı etmeye geldim. Amma kavga için yardımcı değil. Hatta bu gece görülecek bir iş için de değil. Birkaç güne kadar bir işim var da onun için!”
“Vallahi Ali Bey, sizinle beraber olduktan sonra ateş olsa saldırırım.”
“Amma ben öyle boş lakırtılara kulak veremem. İnsan verdiği sözün eri olmalıdır. Hem öyle ateşe filana saldırmak lazım değil. Ateşsiz filansız bir iş! Şu kadar ki sırrı açıklamak olmayacak.”
“Can çıkar da sır çıkmaz. Gerçi sizinle hepi topu birkaç defa görüştük. Onlar da pek üstünkörü olduysa da size o kadar muhabbet ettim ki kırk yıllık dostunuz, arkadaşınız gibi oldum.”
Çerkez Sohbet bu sözü söylemekle beraber Acem Ali’nin yüzüne öyle bir bakış baktı ki kırk yıllık dostu değil ama sanki kalubeladan beri âşığı imiş gibi bir bakıştı.
Ya böyle bir bakışa Acem Ali’nin değeri yok muydu? Hem bu bakışın Acem Ali dahi farkına vararak her ne kadar kahır pençesinde aslanları zebun edecek bir kahraman olduğu kendisine dahi malum idiyse de ne kadar olsa gençliği ve güzelliği olmak hasebiyle öyle babayiğit bir adamın böyle bir bakışından mahcup olarak önüne bakmaya kalben bir mecburiyet hissetti.
Evet! Acem Ali Bey on sekiz, nihayet on dokuz yaşlarında tahmin olunabilecek bir delikanlı olup vücudu nahif, boyu uzunca ve elleri küçücük olduğuna göre, öyle pazar kayıkçılarını yekdiğerine çarpıştırmaya kâfi kuvvetin nerede olduğuna insan şaşardı.
Sakal ve bıyık henüz belli bile olmayıp binaenaleyh Çerkez Sohbet kendisine “Acem Ali” unvanından ziyade “Köse Ali” unvanını layık görür idiyse de çoğunlukla tüysüz olanların yüzlerinin derileri bu kusurlarının hükmünü kuvvetlendirecek kadar kerih bulunduğu hâlde Acem Ali’nin cildinde ise bilakis tazelik dahi görülürdü. Eğer kendisi ziyadece esmer olmasaydı o kara kaşlar ile kara gözler bir kat daha güzelleşirler idiyse de bu kadar güzel kara kaş ve kara göz öyle beyaz tenlerde pek nadir olarak, esmer olanların genelinde bulunduğundan bu nevi gözlerin en güzelleri Ali’de bulunması tenindeki esmerliği dahi süslerdi.
İran mahbubları,5 çoğunlukla Ermeni delikanlılarını andırırlar ise de bizim Acem Ali’nin çehresi İranlılardan ziyade Arap evlatlarının necip simalarına benzerdi. Hatta Acemler çoğunlukla kıllı oldukları hâlde Ali’nin bilakis kılsızca olması dahi Araplığa benzeyişini arttırıp burnunun, ağzının gayet küçüklüğü ve dişlerinin hem küçük hem de kar gibi beyazlığı Şam’da, Halep’te tesadüf olunan mahbublardan başka hemen hiçbir yerin dilberinde bulunamaz.
Hülasa bizim Acem Ali “mahbub” lafzının her anlamına göre mükemmel bir mahbub olup Çerkez Sohbet’te mahbub-dostluk asla mevcut olmadığı hâlde, Ali’ye olan âşıkça bakışının Ali dahi farkında olur idiyse de o pazu kuvveti kendisinde bulundukça hakikaten hiçbir tehlikeden ürkmezdi. Şu kadar ki “Ah bir kere bıyıklarım çıksa da şu hayret ve tahassür6 bakışlarından kendimi kurtarsam!” diyen birçok delikanlıdan biri de herhâlde Ali’ydi.
İsmi Acem Ali olduğuna göre kendisini papağı ve paşmağıyla bir Acem zannetmeyiniz. Potinli, pantolonlu, ceketli ve boyun bağlı olan güzel bir şık olup Acemliğinden kendisinde bakiye sayılabilecek bir şey varsa o da konuşma tarzında hissedilen pek sınırlı bir Acem şivesinden ibarettir.
Ya bu şive dahi kendisini meziyetten anlayanlar nezdinde bir kat daha mahbub edecek bir şey sayılmaz mı?
Her ne kadar Sandalcı Çerkez Sohbet, Farisi dilinin ne kadar şeker olduğunu ve o lisana mahsus tatlılıkla söylenen Türkçeyi bile sair mahbubların Türkçelerinden fark edebilecek şekilde terbiye görmüş bir adam değil idiyse de Ali’nin, en sert ifadeleri bile en güzel bir kızın, hem de kendi hemşehrileri olan Çerkez kızlarının ifadeleri kadar latif olduğunu takdir ederek, mekânı olsa da Ali kırk yıl söyleyip kendisi dahi kırk yıl dinlese yine Ali’yi dinlemeye doyamayacağını pek çok defalar hatırından hükmetmiştir.
Acaba Çerkez Sohbet’in kendi hakkındaki hislerinin bu derecelere kadar vardığını Ali dahi anlamış mıydı?
Eğer Çerkez Sohbet, böyle genç kahramanlarda görülen mükemmel güzelliği takdir edişi, kendi ahlakınca ayıplamayı ve nefreti gerektirecek melunlardan bulunsaydı belki Ali dahi bahsi geçen hisleri anlamış olurdu. Zira o hâlde bulunan kötü niyetli insanlar içlerindeki derdi bir türlü saklayamayarak güzideleri olan delikanlılara gizli aşklarını ifşa ederler. Fakat Çerkez Sohbet bu gibi kötü ahlaklılardan olmayıp “güzellik” denilen sıfatı ise bir genç kızda, bir genç erkekte değil, atta, kuşta hatta biçimli bir sandalda görse bile hayran olacak kadar güzel tabiat sahibi bir adam olduğundan zaten yüreğinde Ali için saldırgan bir his yoktu ki hatta az çok bir taşkınlıkta bulunacağı tasavvur edilebilsin.
Ya rıhtım üzerindeki kavga meselesi ortada iken velev ki Sohbet’te öyle nahoş bir his bulunsa bile cüzice eserini7 meydana çıkarabilmek mümkün müdür?
Şu kadar var ki Sohbet’in bakışları adi bakışlardan dahi olmadıklarını СКАЧАТЬ
5
Mahbub (Farsça): Sevilen erkek (e.n.)
6
Tahassür: Hasret çekmek. Elde edilmesi istenilen ve ele geçirilemeyen şeye üzülmek (e.n.)
7
Eser: Bir şeyin varlığına delalet eden tesir (e.n.)