“Ne istiyorsunuz beyefendi?”
“Görüyorsun ya içeri gireceğim! Sokak kapısına inecek yer yok.”
“Ne yapayım?”
“Git çamaşır iplerinden getir. Sarkıt. Ben tırmanarak pencereye çıkayım.”
Bu kadar alaylı bir manzara Despina’yı gülmekten katıltıyordu.
“Simdi, simdi küçük bey!..” diye kahkahalarla sıçrayarak ipi getirmeye gitti. Ahmet pazılarını elleriyle yokluyor, altındaki cumhura bakıyor, mektepte imtihanlara girerken duyduğu heyecana benzer bir ürperme, kalbini biraz fazla çarptırıyordu. Sabahtan beri yorgunluktan, açlıktan hisleri körleşmişti. Altındaki cumhur bir şeyler bağırıyor fakat artık o manasını anlamıyordu. Kulakları derin şimşekli bir uğultu ile dolmuştu.
“Hürriyet!”
“Yaşasın!”
“Jön Türk!”
Bu kelimelerin anlaşılmaz bir surette karışmasından hasıl olan bir uğultu… Müthiş, muazzam bir gürültü…
Despina elinde iple ikinci kattan görününce Ahmet Bey “En üst kata, en üst kata çık!” diye haykırdı.
“Düsezeksiniz, beyim.”
“Haydi, sen karışma! En üst kata çık diyorum!”
Ahmet Bey’in, fırsat düşünce muvaffakiyetin azamisini elde etmek âdetiydi. En üst katın pencereleri dururken, ikinci kattan girmek hakikaten abesti. Çapkın Despina’yı dördüncü katın pencerelerinde bekliyorken, tavan arasının penceresinden ipi sarkıttığını görünce öyle sevindi ki…
“Sarkıt, sarkıt…”
“İşte!”
“Biraz daha…”
Ahmet Bey ipin ucunu tuttu. Despina yukarıdan haykırdı:
“İpi nereye bağlayayım.”
“Orada bir yer yok mu?”
“Panjurun demir mandalı var.”
“Pekâlâ, işte ona bağla.”
İp bağlandıktan sonra cumhurun alkışları arasında yavaş yavaş Ahmet Bey çıkmaya başladı. Kollarının müthiş kuvvetini göstermek için ayaklarını hiç ipe dokundurmuyordu. İkinci katı geçmişti. Birdenbire Despina’nın çığlığıyla beraber demir mandal koptu. Ahmet Bey ahalinin tepesine yuvarlandı. Bu yuvarlanıştan şüphesiz başları çok acıyan, beyinleri sarsılan halk hiçbir şikâyet sedası çıkarmadı. Bilakis yine olanca kuvvetiyle “Yaşasın Jön Türk, yaşasın!” diye haykırışlar… Ahmet Bey başını yukarı kaldırdı.
“Despina, Despina…” diye avazı çıktığı kadar haykırdı. İşittiremedi. Tavan arasının penceresinden yarı beline kadar sarkan, ellerini çırpan Rum kızı alkış hezeyanına uğramış, sıçrayıp duruyordu. Bu Ahmet Bey’in bir hafta evvel Müstahdemin İdaresinden getirdiği genç, şuh bir hizmetçiydi. Elini salladı:
“Despina, Despina… be!”
Efendisinin harikulade vaziyetinden galeyana gelen kız ince sesiyle haykırdı:
“Ti ehi vire begimu?”7
“Tekrar ip sarkıt.”
“Ne yapazaksınız?”
“Göreceksin…”
“Kala, kala…”8
“İpleri balkona bağla. Ucunu aşağı uzat.”
“Kala, kala…”
......
Tavan arasının balkonundan eve girmeyi pek hoş bulan kız yine keskin bir kahkahayla halkın gürültüsünü çınlattı. Ahmet Bey, Despina’nın sarkıttığı ipi tutunca tırmanmaya başladı. Birinci, ikinci kat hizasına kadar çıktı. Müthiş bir gürültü; “Yaşasın Jön Türk! Yaşasın Jön Türk!” gürültüsü camları sarsıyordu. Fakat Ahmet Bey işte ne vakitten beri ipe çıkmamıştı. İdmanı kaçmıştı. Elleri acıyor, kolları kesiliyordu. Aklına, tekrar aşağı kayıp ikinci katın penceresinden içeri girivermek geldi. Ama muvafık değildi. Tükürdüğünü yalamaktı. İşte mademki ipi balkondan sarkıttırmıştı, oradan girmeliydi. Maksadından yarı yerde dönmek azimsizlikti. Hâlbuki kendisi?.. Jön Türk!.. Ulvi bir kuvvet bütün vücudundan taştı. Dişlerini sıktı. Son bir gayretle ipe sarıldı. Santimetre santimetre yükseliyordu. Sokağı dolduran halk “Yaşasın, yaşasın!” diye haykırıyor, karşı tarafında açılan panjurlardaki çoluk çocuk kafalar da alkışlara karışıyor, yarı beline kadar sarkan Despina, ince sesiyle “Gayret begimu, gayret…” diye onu teşci ediyordu.
Ne ise zorla balkonun kenarına yapıştı. Kollarını kendisine uzatan Despina’yı kucakladı. Mevkisinin sevinciyle, bu siyah, zorla gülen gözler derin bir aşk güneşinin yakıcı aydınlığını görür gibi oldu. Halk, Jön Türk’ün muvaffakiyetinden deliriyor, coşuyor, taşıyordu. Bu beyaz yanakların üstündeki ince kumral kaşların arasını öpmek istedi. Birden içinden ilahi bir seda “Senin aşkın hürriyettir! Ne yapıyorsun?” dedi.
“Evet. Ne yapıyorum?” diye mırıldandı. Despina kollarından kurtularak cevap verdi:
“Çok büyük ayıp yapıyorsun, herkes karşısında böyle…”
“Haydi, sen aşağı in.”
“Başüstüne!”
Kızı aşağı savınca balkona yaslandı. Artık tamamıyla akşam olmuş, sakin semada yıldızlar, bu nümayişin azametinden mahzuz oluyor gibi pırlanta şuleleriyle titremeye başlamışlardı.
“Haydi vatandaşlar! Yarına, yarına!” diye haykırdı. “Yarına… Şimdi evlerinize gidiniz. Çoluğunuzu çocuğunuzu tebrik ediniz. Onlara söyleyiniz ki artık bedbaht olmalarının ihtimali yoktur. Çünkü hürriyet güneşi doğdu. Bu güneşin altında bütün sefaletlerin, rezaletlerin nasıl eriyeceğini size mufassalan anlatacağım. Yarın. Yarın. Evet yarın. Zira bugün çok yorgunum… Hem yarın size öyle bir şey söyleyeceğim ki… bunu işitince hayatınızın en büyük bir saadetini idrak etmiş olacaksınız.”
Kırmızı tuğlaların altındaki sıcak taşlar bağrıştılar:
“Ne söyleyeceksin? Ne söyleyeceksin?”
......
“Size СКАЧАТЬ
7
“Ne var bre beyim?” (Rumca)
8
“Tamam, tamam…” (Rumca)