Hüseyin Fellah. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hüseyin Fellah - Ахмет Мидхат страница 20

Название: Hüseyin Fellah

Автор: Ахмет Мидхат

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-06-8

isbn:

СКАЧАТЬ henüz hükmedilemeyen gemi üzerine top atmaya ve attıkça yavaş yavaş yaklaşmaya başladı.

      Bir de Venedik gemisinin bir güllesi de hacı gemisinin ta ortasına düşmesin mi? Bunu dört gülle daha takip ettiyse de onlar aşıp gittiğinden bir zarar verememişlerdi.

      Vay hacılardaki korku! Vay kadınlardaki çığlık!

      Gerçi gülle güvertenin bir miktar yerini sakatladı ise de insanca bir zarara yol açmamıştı. Haydutlar da kadınlara hitaben, “Her kim sesini çıkarırsa derhâl denize atılır!” diye tehdit etmeleriyle can korkusundan tir tir titremekte bulunan biçareler seslerini de çıkaramamaya mecbur oldular.

      Öncelikle, “İtalyan olsun, Venedikli olsun aman ya Rab şu gemiye zafer ver de biz de kurtulalım!” diye dua eden hacıların bu defa, “Haydutlar belki canımıza kıymazlar. Aman ya Rab! Haydutları muzaffer et de varsın malımız gitsin bari canımız kurtulsun!” diye duaya başlamış oldukları başkaca ve özel olarak dikkate şayan bir durumdur.

      İşte İslâm âlimlerinden, duaya icabet meselesinde, itiraz vadisine ayak atarak büyük büyük sözler söylemiş olanların özellikle bu gibi durumları da nazar-ı hikmet ve dikkat önüne alarak söz söylemiş olacakları aşikârdır.

      Şimdi bu muharebe üzerinde birkaç yürekten, birkaç türlü dualar ediliyor. Bunların hangisi kabul olunacak? Herifin dediği gibi kaçan da dua ediyor, kovalayan da. İkisinin de duası kabul edilecek olsa kaçanın kaçabilmesi ve takip edenin de muvaffak olması lazım gelirdi ki bu iki hüküm birbirine zıttır.

      Ama bu meselede ehlisünnetin verdiği karar pek muvafıktır. Cenabıhakk’ın mesul olmayan iradesi hangi cihette ise o cihetin duası kabul edilmiş sayılır. Yine olacak olur.

      Bu kavgada da Cenabıhakk’ın irade-i sübhaniyyesi haydutların galebesi tarafında imiş ki muharebe tam iki saat uzadıktan sonra karşıdaki gemi atılan yağlı paçavralardan ateş aldı. İçindeki mal ve canla beraber cayır cayır yanmaya başladı. İnsan tabiatında garabet mi istersiniz? Bizim hacı babalar, hem kendi canlarının muhafazası gayretiyle İtalyan mı yoksa Venedikli mi ne olduğu anlaşılmadan yanmakta bulunan geminin yanmasından memnun olurlar hem de içinde yananlara, üzülmekten de kendilerini menedemezlerdi.

      Gemi zaten yanmamış olsa bile batacak mertebede zedelenmiş olduğundan yarım saat kadar da ateşin tahrip edici gücüne göğüs gerdikten sonra denizin dibine indi gitti. Haydutlar, “Bir şey alamadık ise onlara da bir şey bırakmadık ya!” diye kendilerini teselli ettiler.

      Bu arbedenin sonu artık sabaha tesadüf eylemişti. Ortalık gereği gibi aydınlandıktan sonra haydut gemisinin direklerinde, küpeştelerinde, bordasında bir hayli sakatlık görüldü. Hacı gemisinin ise güvertesindeki yaradan başka bir yara da bordasında açılıp başka bir sakatlık görmemişti.

      İki gemi ve şalopa bir yere geldiğinde haydutlar arasında bir hayli üzücü sözler söylendi. “Bir ava kanaatle ötekine hiç tamah etmemeli idik. Az tamah çok ziyan getirir derler. İşte getirdi. Nüfusça, yoldaşça zararımız yok ise de gemice bakınız ne zarara uğradık. Galiba hacıların bedduası bizi bu hâle koydu.” denildi. Hele bu son söz, birkaç ağızda tekrarlandığı zaman hacılar, “Hiddeti teskin yolunda kurban olmayalım!” diye bir hayli korkuştularsa da çok şükür haydutlar, böyle bir melanete daha kalkışmayı hatırlarına getiremediler.

      Biraz akıllarını başlarına aldıktan sonra haydutların birinci derecede akıl ettikleri şey, Tunus sularına doğru yol vererek o sulardan uzaklaşmak oldu. Çünkü etrafta gemiler varsa bir iki saat boyunca atılan topların sesine şayet imdat isteme manası vererek gelirler düşüncesi, o suları bunlara tehlikeli gösterirdi. Bu karar üzerine kopan ipleri bağlamak gibi küçük tamiratlar çabuk ve acile olarak icra edildikten sonra güney tarafına doğru yol aldılar. Hacılar hâlâ ne olacaklarını bilemeyerek büyük bir şüphe içinde bulunurlardı.

      Hele biçare Şehlevend’in validesini sormayınız. O artık dünyasından da Şehlevend’inden de cümleden vazgeçip “Acaba şu haydut, bıçağı ne zaman göğsüme sokacak veyahut beni de sair sekiz on hacı gibi ne zaman denize atacaklar?” diye ölümünü beklerdi.

      Ya haydutlar ne yaparlar, ne derlerdi?

      Onlar ise bu defaki gördükleri zararın çokluğundan bahisle kadın, erkek, ihtiyar ve genç hacılardan hiçbirisini affetmeyip cümlesini esir etmek ve ucuz pahalı demeden satıp pahasıyla gemiyi tamir etmek suretini müzakere ederlerdi.

      Vay! Şehlevend gibi validesi de esir oldu ha, muharrir efendi?

      İşte görüyorsunuz ya! Artık “El ile gelen düğün bayram!” darbımeseliyle müteselli olabilirse varsın olsun!

      ÜÇÜNCÜ KİTAP

      Birinci Kısım

      Bundan evvelki ikinci kitapta hacı gemisiyle Venedik veyahut İtalyan olduğu anlaşılamayan bir diğer gemiyi vuran korsanların Cezayirli olduklarını haber vermiştik. Ancak Cezayirlilerin yalnız böyle bir tek vakalarını haber vermek Cezayirlileri okuyucularımıza tanıtmaya kâfi olamaz. Hikâyemizin en büyük bir kısmı da Cezayir’e ait olduğu için bu memleketi güzelce bir nazarı dikkatten geçirmek lazım gelir.

      Hicri 1200 senesine doğru, yani bundan doksan sene kadar önce ve Fransızların Cezayir’i zapt ve gasp etmelerinden kırk beş sene kadar evvel Cezayir’deki “dayılar”, bir ehl-i dikkatin nazar-ı dikkatini davet edebilecek bir hâlde idiler.

      “Cezayir’de dayılar” sözü büyücek bir sözdür. Cezayir!.. O Cezayir ki azim ve cesim olan İslam memleketlerinin bir kolu, hem de kahramanlık kolu demektir. Dayı!.. O isim ki kahramanlık ve sahipkıranlık9 anlamları hep bu ismin hükmü altına girebilir.

      Fenlerin esasına giren hususlarda, şairane mübalağalara hiçbir eserimizde iltifat etmemiş ve ehemmiyet vermemiş olduğumuzdan Cezayir ile dayıları hakkında söylediğimiz şu iki sözün de mübalağaya hamledilmemesini ümit ederiz. Özellikle bir şey hele apaçık ortada olursa mübalağaya hamletmeye mahal mi kalır? Cezayir, o Cezayir değil midir ki bazı dişlice kaptanları, hemen hemen Akdeniz’in bütün sahillerini haraca kesmek derecesine varmışlar? Dayılar öyle kahramanlardır ki pek çok adamın gözünü yıldıran ölüm, onlardan tir tir titreyerek, herifler âlemde ölüm denilir bir hüküm, bir durum olduğunu unutacak mertebeyi bulmuşlar?

      Lakin yazık ki bizim burada haber verdiğimiz Cezayir, düşünce erbaplarının bu isimden anladıkları Cezayir değildir. Burada kale aldığımız dayılar da okuyucularımızın keza bu namdan anlamak istedikleri adamlar değildir. İşin böyle olduğu, Cezayir’in özel tarihi incelenmekle ortaya çıkar.

      Hem bu Cezayir’in özel tarihi araştırılmalıdır. İslam’ın kahramanlık tarihi kaleme alınırsa en şanlı, en şevketli kısmı işbu Cezayir kahramanlık tarihi olur. Lakin bizim hikâye ettiğimiz zamanki durumları, kahramanlık devrinden ibaret olacak bir hususi tarihin dışında kalır.

      Önceleri Cezayir’de siyasi gücü temsil etmek üzere bir vali ve harp gücünün reisi olmak üzere bir dayı bulunur iken hicri 1122 senesine doğru Baba Ali namındaki dayı, Cezayir valisi aleyhine ayaklanarak askerin muvafakatıyla muvaffak olduktan, yani valiyi kovarak kendisi hem Cezayir valisi hem de dayısı olduktan sonra Cezayir dayısı olan zatın bir vali mertebesinde СКАЧАТЬ



<p>9</p>

Sahip-kıran: Her zaman muvaffak olan ve üstünlük kazanan hükümdar.