Genç Werther’in Acıları. Иоганн Вольфганг фон Гёте
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Genç Werther’in Acıları - Иоганн Вольфганг фон Гёте страница 7

Название: Genç Werther’in Acıları

Автор: Иоганн Вольфганг фон Гёте

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-05-1

isbn:

СКАЧАТЬ birkaç gün kadar şehirde, zavallı bir kadıncağızın yanında kalacak. Hekimlerin dediğine göre çok zaman yaşamayacak olan bir kadın ki son demlerinde Charlotte’u istemiş.

      Geçen hafta onunla beraber köy papazını görmeye gittikti. Bizden yarım saat uzak olan bu köyceğiz yeşil dağların kucağında uyuyor gibidir. Saat dörde doğru oraya vardık. Charlotte küçük kız kardeşini de yanına almıştı.

      İki büyük ceviz ağacının gölgesine sığınan avluya girdiğimiz vakit muhterem ihtiyar bir tahta kanepede oturuyordu. Charlotte’u görünce sanki taze can buldu. Boğumlu bastonunu unutarak yerlere yuvarlanırcasına onu karşılamak istedi. Charlotte hemen koştu, ihtiyarı yerine oturttu. Kendisi de yanı başına oturdu. Ona babasının selamını söyledi. İhtiyarın biraz pis ve şımarık olan torununu da sevdi, öptü.

      Görmeliydin dostum; ihtiyarla nasıl candan konuşuyor, biraz ağır işiten kulağına hafifçe eğilerek nasıl biraz yüksekçe fakat hiç kararını aşmadan lakırtı söylüyor, ona birçok sağlam gencin apansız nasıl öldüklerini anlatıyor, gelecek yazı Karlsbad kaplıcalarında geçirmek niyetinde olduğunu söyleyerek ilaçların faydasını nasıl izah ediyor; hasılı onu görmeyeli çok fark ettiğini, pek dinç göründüğünü nasıl temin ediyor; orada bulunmalıydın ve bunları görmeliydin!

      Kızı, Mösyö Schmidt’le çayıra gitmiş. Çok geçmeden geldi. Charlotte’u candan kucakladı, öptü.

      Senden ne saklayayım, kız hoşuma gitti. Bu canlı ve güzel endamlı küçük esmerle köyde pek iyi vakit geçirilebilir. Âşığına gelince (Çünkü biz Mösyö Schmidt’e hemen bunu yapıştırmıştık.): Hâl ve tavrı yerinde fakat çok soğuk bir adamdı. Lafa karışması için Charlotte o kadar uğraştığı hâlde ağzını açıp bir söz söylemedi.

      Beni en çok üzen neydi biliyor musun? Yüzünden anladığıma göre bu delikanlı hiç lafa karışmayacak kadar kafasız değildi: Tabiatı böyleydi. Bunu aksiliğinden yapıyordu. Nitekim çok geçmeden anladığım gibi çıktı.

      Şöyle bir tur yapalım dedik, kız Charlotte’tan ayrılmıyor fakat bazı kere de benimle yalnız kalıyordu. Dikkat ettim. Schmidt’in zaten esmer olan yüzü enikonu karardı. Bir derecede ki Charlotte kolumu çekip usulca “Aman, kıza karşı biraz soğuk davranın!” demeye mecbur oldu.

      İnsanların karşılıklı didişmeleri benim çok canımı sıkan bir şeydir. Fakat daha ziyade üzüldüğüm bir şey varsa o da şudur: Yürekleri her eğlenceye karşı açık olması gereken gençler, tazeler, o kıymetli gençlik günlerini avanakça dertlendirir, iş işten geçtikten sonra da boşu boşuna dövünürler. Ben işte buna tutulurum.

      Akşamüstü gezmeden döndük, avluda süt içtik. Şuradan buradan söz açıldı. Hayatın eğlenceleri, sıkıntıları konuşuluyordu. Dayanamadım, bu fırsattan istifade ederek Mösyö Schmidt’in tersliğine karşı olanca kuvvetimle hücum ettim:

      “İkide bir…” dedim. “Hayatın mihneti çok, zevki az olduğunu söyler dururuz, haklı mıyız? Bana öyle geliyor ki şikâyetlerimizin çoğu haksızdır. Allah’ın lütfuna, ihsanına karşı yüreğimizi açık tutsak, onları takdir edip hâlimize şükretsek başımıza bir felaket geldiği vakit ona da tahammül edecek kuvveti kendimizde bulurduk.”

      Papazın karısı, “Bakalım…” dedi. “Bu bizim elimizde mi? Duygularımıza ne dereceye kadar hâkim olabiliriz ki! Bu bir yaratılış meselesidir. Suratı asık kimseler vardır ki analarından öyle doğmuşlardır. Bir derdi olanın da elbet yüzü gülmez, hiçbir şeyden zevk almaz, nereye gitse gönlü hoş olmaz, öyle değil mi?”

      Kadına hak verdim:

      “O hâlde…” dedim. “Can sıkıntısını bir hastalık farz ederek tedavi edelim. Asıl bu derdin bir çaresi olup olmadığını kendimizden soralım.”

      Charlotte sözümü tasdik ederek “Evet.” dedi. “Hem öyle sanırım ki epeyce de muvaffak oluruz. Bunu kendimde tecrübe ettim de biliyorum. Bir şeye canım sıkıldı, üzüntüm var, değil mi? Hemen bahçeye çıkarım, gezerken iki üç dans havası söylesem yeter, hiçbir şeyim kalmaz.”

      “Tamam işte…” dedim. “Ben de bunu demek istiyorum. Neşesizlik de tembellik gibi bir şeydir. Çünkü o da bir türlü tembelliktir. Böyle üstümüze tembellik çöktüğü vakit azıcık zorlanıp kendimize bir iş bulduk mu kolayca çalışmaya ve çalışmada gerçekten bir zevk bulmaya elimiz gücümüz yeter.”

      Frederik beni dikkatle dinliyordu, delikanlı benim sözlerime karşı böyle şeylerin insanın elinde olmadığını ve kendine sözü geçmeyeceğini söyleyerek karşı koydu.

      “Burada…” dedim. “Mesele içimize bir sıkıntı bastığı zaman ondan kurtulmaya bir çare aramak mümkün olup olmadığıdır. Fakat hiç kimse kuvvetini bir kere denemeden onun derecesini bilemez, birbirimizi bahtiyar edemeyişimiz yetişmiyor mu? Üstelik bir de herkesin zevkine engel olmakta ne mana vardır? Bana hırçın, huysuz bir kimse gösterebilir misiniz ki bu hırçınlığını hiç belli etmesin, başkalarının hiç keyfini kaçırmasın. Daha doğrusu aranırsa bu hırçınlık biraz da kendi kendimize karşı hoşnutsuzluğumuzdan ileri gelmiyor mu? Kendi değersizliğimizi anlıyoruz, içimizde çılgınca bir gösteriş ihtirası da var. Bunlar birleşmiyor. Etrafımızda öyle şen kimseler görüyoruz ki saadetlerinden bize hiçbir şey borçlu değillerdir, bunu ise hiç çekemiyoruz.”

      Charlotte benim bu ateşli sözlerime karşı hafifçe gülümsüyordu. Frederik’in gözleri nedense sulanmıştı. Bunu görünce bütün bütün coştum:

      “Lanet olsun!..” dedim. “O kimselere ki bir kalpte kendiliğinden filizlenen saf ve nezih zevklere engel olmak için kuvvet ve hâkimiyetlerinden yararlanırlar. Kaba ve ters bir adamın o kabalığıyla zehirlediği bir dem zevki, dünyanın bütün hediyeleri, bütün gönül alışları yerine getiremez.”

      İçim dolu idi. Binbir hatıra ile sıkıldım, darlandım, gözlerim yaşardı, heyecanla “Her gün…” dedim. “Kendi kendimize şöyle söylesek: Senin dostlarına karşı vazifen, onların keyfini bozmamak ve saadetlerine ortak olarak o saadeti artırmaktan başka bir şey değildir. Onların ruhu coşkun bir sevgi içinde kıvranır yahut derin bir acı ile inlerken sen yüreklerine birkaç damla su serpebilir misin?”

      Gittikçe heyecanlanıyordum, devam ettim:

      “Pekâlâ kalbini kemirerek bitirdiğin o zavallı tazenin nihayet ölüm döşeğine uzandığını gözünün önüne getir! İşte bitik bir hâlde sönmüş gözlerini göğe dikmiş, ecel teri döküyor. Sen bir mahkûm gibi döşeğin dibinde ayakta bekliyorsun. Üzülüyorsun, eziliyorsun, için parça parça oluyor. Şu ölüm döşeğindeki hastaya biraz kuvvet, bir damla şifa vermen kabil olsa bunun için dünyayı feda edeceksin ama nerede!”

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив СКАЧАТЬ