Yüksek Ökçeler. Омер Сейфеддин
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yüksek Ökçeler - Омер Сейфеддин страница 3

Название: Yüksek Ökçeler

Автор: Омер Сейфеддин

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-568-6

isbn:

СКАЧАТЬ kanatları, yırtıcı demir çengellere benzeyen çirkin ayakları titriyordu. Aðzından dili çıkmıştı. Tavuklar zalimin ölümüyle nail oldukları hürriyeti tabii birdenbire anlayamadılar. Ben içeri girdim. Ertesi gün babam horozun ölüsünü bulunca küplere bindi:

      “Duvardan çocuklar girmiş, taşla öldürmüşler!” diyordu.

      Korkudan herkes acıdı, matem tuttu. Yalnız ben sesimi çıkarmadım. İşte bir hafta var ki tavuklar mesut… Tepelerindeki kellik, yavaş yavaş çıkan tüylerle kapanıyor.

      Babam bahçeye her çıkışında:

      “Ah zavallı horoz! Benim adamlarım adam deðil ki… Bir bahçeyi muhafaza edemezler! Horoz deðil, mübarek sülündü, sülün…” diye matemini tazeliyor, ben içimden “Ooh!” diyorum.

      Bu horoz babamın fikrince tavukları o kadar idare edermiş ki… İdare, yani dayak, hepsinin tüylerini yolup kafalarını kel etmek! Allah için kendi de bizi güzel idare ediyor!

***

      Zengin olduðumuz için, görücüler bizim bu uzak köşke gelmekten hiç usanmıyorlar. Tabii hiçbirisine çıkmıyorum. Ezberden beðeniyorlar. Beni istiyorlar. Annem babam vermeye kalkıyor. Diyorum ki onlara:

      “Kocaya varmayacaðım, kocaya varmayacaðım!”

      “Niçin varmayacaksın?”

      “Niçinse niçin…”

      İşte aldıkları cevap! Fakat ben niçin varmayacaðımı biliyorum. Erkeðin, bir horozdan farkı olmadıðı için! Horozlu kümes! Kendi köşkümüzde su mu çıktı? Ben horozsuz bir kümes, yani kocasız bir ev istiyorum. Efendisiz, kumandasız, âmirsiz, emirsiz bir hayat istiyorum. Pamuk’un ahır avlusunda geçirdiði mesut, gamsız, rahat, sakin, tatlı hayatı istiyorum. Annem diyor ki:

      “Dünyanın nizamını bozamazsın, her kadına mutlaka bir erkek lazım!”

      …

      Eðer bu doðruysa babamın kahrı kâfi deðil mi? O ölürse evimizde büyüðün korkusundan ötemeyen kaç tane yavru horoz var! Peki kümeslere tıkılmakta, yabancı horozların gagalarını yemekte mana ne?

      DÜNYANIN NİZAMI

      Bir genç kızın defterinden kopya edilmiştir.

      Bir ay geçmeden fikrim deðişti! Amma öyle yavaş yavaş deðil… Birdenbire! Bugün anneme hak veriyorum. Dünyanın nizamı bozulmayacak! Ben de her kız gibi mutlaka bir kocaya varmalıyım. Hani kati kararım? Gülmekten katılıyorum:

      “İstemem, istemem, kocaya varmayacaðım!”

      “Niçin?”

      “Niçinse niçin… İstemem, istemiyorum!”

      ?

      !

      Acaba bu densizliklerime sahiden inanıyorlar mıydı? Deli gibi kalk, zavallı horozu öldür, sonra erkeklerin tabiatı, esas itibarıyla bu hayvana benziyor diye ölünceye kadar kocaya varmaktan vazgeç… Olur iş deðil… Ben hakikaten biraz… Şey… Haydi neyse söylemeyeyim!

***

      Fikrimin birdenbire deðişmesine yine bu öldürdüðüm horozun hayali sebep oldu. Evvelki gece müthiş bir kâbus gördüm. Kâbus ile rüya arasındaki farkı bilirim. Rüyada insan serbesttir. İstediði gibi hareket edebilir. Bir dereceye kadar iradesine sahiptir. Fakat kâbus! İnsan kımıldayamaz. Aðzını açamaz. Sesini çıkaramaz. Benim gördüðüm kâbus, rüyayla karışıktı. Horozu karyolamın ayak ucuna konmuş gördüm. Aðzında peynir topacı gibi bir şey tutuyordu. Dikkat ettim. Sırtına vurup öldürdüðüm taş… Bunu kaldırdı. Üzerime fırlattı. Korkunç bir gürültü… Sanki bir dað yıkıldı, haykırmak istedim. Nerede? Nefes bile alamıyordum. Gözlerimi kapamak istedim. O da mümkün deðil. Horozun gözleri ateşten bir mercan gibi kıpkırmızı parlıyordu. Keskin keskin, uzun uzun öttü. Her ötüşünde titriyordum. Sonra tıpkı bir insan gibi kalın sesi, gürbüz bir muharip gibi, bir evvel zaman şövalyesi gibi bana sordu:

      “Beni niye öldürdün?”

      “Ben öldürmedim!” diyecektim, dilimi oynatamadım, korkudan donmuş, taş kesilmiştim. Fakat o benim aklımdan geçen cevabı işitti.

      “İnkâr etme!” dedi. “İşte haberim olmadan sırtıma attıðın taş! Fakat beni niye öldürdün?”

      Cevap veremiyordum. Karşımda büyüyor, büyüyor, âdeta bir dev oluyordu. Hiddetle söylenirken oynattıðı kanatları o kadar muhteşem, o kadar iriydi ki… Hemen hemen tavanı kaplıyordu. Kabarık göðsündeki parlak, kıvılcımlı tüyler, altından bir zırh gibiydi. Sivri gagasından kelimeler çıkarken sanki birer ok oluyordu. Üzerime atılacakmış gibi çırpınarak, kanatlarını çırparak laflar söylemeye başladı. Demir pençelerinin altında karyolam zangırdıyor, sanki korkunç bir zelzele her tarafı sarsıyordu.

      “Beni niye öldürdün? Susuyorsun, işte hain kız! Sen benim güzelliðimi çekemedin. Gördün ki ben miskin tavukların hepsinden güzelim! Altın mantom var! Güneşten parlak gözlerim var! Aslandan kuvvetliyim! Kümesin beyi, efendisi, kralıyım…”

      Söylerken sanki insanlaşıyor, çizmeli, tuðlu, sorguçlu, miðferli bir muharip oluyor; bu sorguçlar, miðferler, silahlar, kalkanlar, kılıçlar eriyerek tüy, kanat, gaga, ibik, mahmuz oluyordu. Fakat bu gaga, bu kanatlar, bu ibik, bu mahmuzlar kılıçlardan, kalkanlardan pek çok korkunçtu. Evet, bu güzel, gayet güzel bir ejderhaydı. Ben, karşımda harelene harelene deðişmesine bakarken o susmuyor, yine söyleniyordu.

      “Büyükleri küçükler, zenginleri fakirler, kuvvetlileri zayıflar; güzelleri çirkinler çekemez. Sen de benim güzelliðimi çekemedin. Sen çirkindin. Ben güzeldim.”

      “Hayır, hayır, senin güzelliðinin ehemmiyeti yok! Ben zavallı tavuklara ettiðin zulümlere kızdım!” diye haykıracaktım. Sesim çıkmadı. Amma zihnimden geçen cevabımı o, yine işitti:

      “Tavuklara zulüm mü? Hay aptal kız, hay…” diye tıpkı bir insan kahkahasıyla odayı çınlattı. “Tavuklara zulüm, ha… Bu zulüm tavuklara lütuftur, nimettir. Onlar dövüldükçe sevinirler. Gagalandıkça neşeleri artar, benim nazarımın altında birbirleriyle ne kavga ne gevezelik edebilirler. Ben olmadım mı yumurtlamayı filan bırakırlar. Hepsi iðrenç birer obur kesilir. Bir solucan, bir böcek için onu yirmisi boðuşmaya başlar. Ne vuran ne döven ne dayak yiyen ne bulunmuş şeyi kapan bellidir. Hasılı bir curcuna… Ama boðazları doydu mu yine hepsi meyus olur; birer köşeye çekilir, pinekler.”

      “Fakat rahat ederler!” demek istedim.

      “Rahat ne demek; tembellik, miskinlik, uyanık uyumak, diriyken ölmek deðil mi? Rahat, rahat! Yorgunluksuz rahat, dünyanın en aðır azabıdır. Tavuklar ben yokken deðil, asıl ben varken rahat ederler.”

      “Hayır, hayır… Hayır işte!” demek istedim.

      Güzel ejderhanın gözleri hiddetten tekrar tutuştu. İbiðinden kırmızı alevler çıktı. Mahmuzları çatırdadı; kanatları bir şimşek gibi aydınlıklar saçarak gürledi. Sanki binlerce metreden СКАЧАТЬ