Название: Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim
Автор: Mikâil Bayram
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-998-1
isbn:
Halid Suriye’ye geldikten sonra cephenin genel komutanı Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın komutası altına girdi ve bu cephede Halid’in yine büyük yararları oldu. Suriye’deki askerî faaliyetleri sırasında bugün Halid b. Velid Camisi olarak bilinen, Halep civarındaki bir yerde vefat etti. Vefatıyla ilgili çeşitli menkıbeler anlatılır; ölüm anında kendisine bir titreme gelince ölümden mi korktuğu sorulur, o da bunca savaşlara girdiğini, ölümden korkmasının mümkün olmadığını, ama kendisine gelen o titreme hâlinin Allah korkusundan olduğunu söyler.
7.
Musa b. Nusayr (640 – 717)
Halid b. Velid, ordu komutanlığı görevinden alındıktan sonra Suriye’ye gelip, cephenin genel komutanı Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın komutası altına girmesi sonrasında; Suriye’de askerî faaliyetleri esnasında bir kiliseyi zapt ettiği zaman içeride zahit bir adamla karşılaştı (Hristiyanlıkta bir köşeye çekilip inziva hayatı yaşayan keşişler). Onunla sohbeti esnasında İslam’ı anlatmış olmalı ki bu zat Halid’in telkinleriyle Müslüman oldu, genç bir keşişti; bu adam Musa b. Nusayr’dır, adından da anlaşılacağı üzere Nusayrî Hristiyanlardandır. Musa, Halid’in yanında yetişti.
Musa sonradan Emevîlerin hizmetine girdi, Kuzey Afrika’ya gönderildi. Emevîler genel olarak fethedilen taşra bölgelerine genel valiler tayin ederlerdi; örneğin Haccac b. Yusuf (Haccac-ı Zalim) Kûfe merkez olmak üzere İran’a tayin edildi; Ermenistan bölgesine de İyaz b. Ganem bu kapsamda vali olarak gönderildi.
Musa b. Nusayr de bu şekilde Kuzey Afrika’ya genel vali olarak gönderildi, Hristiyan kökenli olduğu için bölge Hristiyanlarıyla da yakın diyalog kurabildi ve İslam’ın bu bölgede hızlı bir şekilde yayılmasına vesile oldu.
8.
Müsennâ b. Hârise (… – 636)
Halid b. Velid fetihler sırasında Basra’ya varınca, İran-Sâsânî İmparatorluğu’nun gemilerine el koydu, askerlerini de bu gemilere bindirdi ve gemi Fırat Nehri’nin akış yönünün tersine, kuzeye doğru ilerledi. Burada Müsennâ isimli bir yerel kabile önderinden bahsetmek yerinde olacaktır. Müsennâ, Hz. Ebubekir’in halifeliğinin ilk döneminde Irak-Suudi Arabistan arasında (Bugün Müsennâ olarak anılan bölgede) yer alan memleketinden gelerek, yanındaki adamlarıyla birlikte İran topraklarına girmeyi, orada çok ganimet ve zenginlik bulunduğunu söyleyerek baskın tarzı saldırılar yapmayı teklif etti. Cahiliye Devri’nde de Araplar komşu bölgelere bu tarz baskınlar yaparlardı. Hz. Ebubekir ise ona müsaade etmedi. Ancak bir süre sonra Halid bu bölgeye girince, Müsennâ kendi adamlarıyla birlikte Halid’in ordusuna katıldı ve kendisine ganimet yolunda bir fırsat çıkmış oldu.
Halid, Basra’da ele geçirdiği gemilere bindirdiği askerleriyle Fırat boyunca yol aldı (Onun bu hareketinde yine Müsennâ’nın ve onun taktiklerinin etkisi bulunmaktadır.). Halid böylece Hire topraklarına girdi. O sıralarda Hire’de (Yukarı Fırat bölgesi), Arap halkların meydana getirdiği bir nevi “aşiretler federasyonu” vardı ve bu birliktelik İran Sâsânî Devleti’ne tabiydi. Bu topluluklar Bizans’la Sâsânîler arasında bir tür tampon bölge meydana getiriyordu. Halid ve askerleri gemilerle Hire’ye geldiklerinde, Hireliler ülkelerini savunmak için nehrin akış yönünü değiştirip, suyu başka bir yöne doğrulttular, böylece Halid’in gemileri karaya oturdu. Halid mecburen askerlerini indirdi ve yaya olarak Hire topraklarında ilerledi. Hireliler Halid’in karşısında ülkelerini koruyamadılar ve böylece Hire toprakları Müslümanların istilasına uğradı.
İranlılar bu çöl bölgesinde hudutlarını muhafaza etmek ve baskınlardan korunmak için hudut muhafaza karakolları oluşturmaktaydı. İranlılar, bu hudutlara ‘merz’, karakollara da ‘merzubân’ derlerdi. Müsennâ öteden beri bu bölgedeki İranlı merzubânlarla muhtelif yerlerde savaşmakta ve bu karakolları alt ederek büyük hudut ihlalleri yapmaktaydı.
Müslümanlar İran sınır karakollarını mağlup edince, merzubânlar büyük kalabalıklar hâlinde mevzilerini kaybedip iç bölgelere kaçtılar. Sâsânî Devleti bunun üzerine büyük bir ordu toplayıp Müslümanların karşısına çıktı. Müsennâ ve yanındakiler bu mücadeleye devam ettiler. İran ordusu Köprü Savaşı denilen hadisede Müslümanları mağlup etti. Ancak mağlup olan Müslümanlar çöle çekilince, düzenli İran ordusunun çölde hareket kabiliyeti olmadığı için İranlılar yenilgiye uğramış Müslümanları takip edemedi; bir süre sonra Müslümanlar bu bölgeye başka bir yeni ordu sevk edeceklerdir.
9.
Ebu Hanife (699 – 767)
Ebu Hanife, Sabit isimli bir zatın oğludur, asıl ismi Numan’dır. Ailesi Basra civarında bir nahiyedendir. Basra yöresi Zühad sınıfının (zahitler) yoğun olduğu bir bölgedir; bu zahitler İslam’ın ilk nesil sahabe ve tâbiin kuşağının, Kur’an hafızı ve âlim neslidir. Basra civarında bu şekilde faaliyet gösteren ilk kuşak zahitleri arasında; Enes b. Malik, Hasan Basri, Rabia el-Adeviyye, Cafer Sadık gibi şahsiyetler ön plana çıkmaktaydı.
Hz. Ömer, İran’ı fethettikten sonra bu topraklarda toplam beş garnizon şehir kurdu, bu garnizonlar Kadisiye, Cizre (İyaz b. Ganem komutasında), Bahreyn ve Basra’da kurulmuştu. İran fetihleri bu şehirler üzerinden yürütülmüştü. Basra’nın ilmî ve fikrî konumunun yanında siyasi ve askerî açıdan da böyle merkezî bir rolü bulunmaktadır.
Ebu Hanife’nin Muhammed Bakır ve Cafer Sadık gibi Hz. Ali neslinden önderlerle yakın ilişkileri vardı. Keza Hasan Basri’yle de oldukça yakındı. Bunların yanı sıra bölgedeki yaşlı zahitlerin de sohbetinde bulunmuş, ders halkalarına dâhil olmuştu. Her ne kadar sahabe nesline yetişemese de onlardan hemen sonra yaşayan tâbiin ve etbâ-ut tâbiin dönemi âlim ve zahitlerine yetişebilmişti. Peygamber’in yaşayış tarzını kendi hayatlarında doğrudan devam ettiren en önemli topluluk ise Medine ehlidir, bu nedenle kişisel olarak İmam Malik’in fıkhına ve yaşayış tarzına ayrıca önem veririm.
Ebu Hanife ve onun gibi olan kişiler, bilhassa Emevîler döneminde toplumun çeperlerinde kalmış ve dışlanmış insanlardı. Emevîlerin devlet sistemini İslam’a uygun bulmaz, itaat etmekten kaçınırlardı; bilhassa Ebu Hanife ne Emevîlere ne de Abbasîlere kendisini yakın hissedebilmişti. Güç kullanarak iktidarı ele geçiren bu hanedanları gayrimeşru kabul etmekteydi. Bununla birlikte, yönetime karşı en büyük muhalefeti yürüten İran kökenli mevali gruplarına da sempati beslemiyordu, zira onlar da metot olarak gücü ön plana alıyor ve iktidara bu yönüyle talip oluyorlardı.
Bu çerçevede, Muhammed Bakır ve Cafer Sadık gibi Şii imamlara yakın olmasına rağmen; Ebu Hanife, kendi fıkıh sisteminde ve muamelatta, İranlıların çok önem verdikleri Şii imamet teorisi ve etrafındaki Şii inançlarına hiç iltifat etmemiş; kendisini Şii usul ve esaslarından uzak tutabilmeyi başarmıştı. Abbasîler devlete hâkim olunca, Ebu Hanife’ye müracaat ederek onun hukuk sistemini devlette hâkim kılmak istediyseler de bizzat varlığını meşru kabul etmediği bu yönetimin talebini kabul etmedi. Buna karşılık sürgüne gönderildi ve toplumdan uzaklaştırıldı. Ancak iki talebesi Muhammed Şeybânî ve Ebu Yusuf, hocalarının bu yolunu sürdüremedi ve Abbasî yönetiminde kadılık görevlerini kabul ettiler; Ebu Yusuf Bağdat Kadısı, Şeybânî Rey СКАЧАТЬ