İşte kendisi gibi din ve bilhassa milliyet taassubundan tamamıyla kurtulmuş medeni ve centilmen bir adamın kapısını da çalıyorlardı. İştahı tıkandı. Bir lokma yemek yiyemedi. Hatta gece hiç uyuyamadı. Sabahleyin erkenden kalktı. Bu muzır ve tehlikeli kitabı mahallenin polis komiserine götürdü ve “Anasır-ı Osmaniye”nin arasına fesat tohumu eken hu canileri bulmasını talep etti. Komiser sarışın ve tombul bir efendi idi. Onun uzun boyuna, dar ve tahta gibi düz göğsüne, kesik bıyıklarına, siyah ve dolgun gözlerine baktı.
“Evvela biraz hiddetinizi teskin buyurunuz efendim…” dedi ve taaccüple sordu:
“Bu kitabı bırakmak cinayet midir beyim?”
“Şüphesiz cinayet…” diye haykırdı.
Elleri titriyordu, kolundaki pardösüsünü çiğniyor ve düşmanını yere seren bir kahraman azametiyle başını yukarı kaldırıyordu. Komiser uykudan yeni kalktığı için hâlâ mahmurdu. Ürktü. Tekrar ona derin derin baktı. “Acaba büyük bir adam mıdır?” diye düşündü.
“Siz kimsiniz, ismi aliniz efendim?”
“Mahmut Yesri…”
“Zabit misiniz efendim?”
“Hayır.”
“Kâtip mi?”
“Hayır.”
“Herhâlde tüccar değilsiniz. Yoksa pansiyoncu musunuz?”
“Hayır, ben gazeteciyim.”
Komiser onun gazeteci olduğunu duyunca, sanki üzüldüğüne, biraz ehemmiyet verdiğine pişman oldu. “Aranır, bulunursa bulunur, bulunmazsa ne yapalım? Haydi arş, dışarı! Burada sizin işiniz yok…” diye onu kovmaktan beter etti.
Karakoldan çıktı. Vapura daha vakit vardı. Orfanidis’in pastacı dükkânına girdi. İki kadeh likör içti. Ah bu matbuat kanunu… Büyük Boşo, Büyük Kozmidi gibi mebusların sayesinde yaşayan eski hürriyet olsaydı, bir başmakale ile bu hayvan komiseri ne hâle koyardı. Bu komiser değil, âdeta bir boykotajcı idi. Aleyhinde bulunamayacağını bildiği için kendisine ıslak bir tavuk kadar ehemmiyet vermemişti. Ve üzerine de zımni bir hakaret… Yoksa pansiyoncu musunuz ha? Demek yalnız pansiyoncular Yunanlıları seviyorlardı. Bu zihniyet ne müthiş bir felaketti! Medeniyet, insaniyet, edebiyat, ilim, felsefe ve fen Yunan ve Rum muhabbetinden başka bir şey miydi? Dünyada bu milletten asil, bu milletten necip, bu milletten kibar bir millet daha var mıydı? Likörünü içiyor, dışarıya, geç kalmış tembel bir baharın hararetsiz güneşiyle parlayan sokağa bakarak düşünüyordu. Varlık, saadet, şiir, musiki, zevk… Her şey, her şey Yunan’ın, Yunanlığın idi… Bunu inkâr etmek barbarlıktı. Dedelerimiz şimdiki serseriler gibi “Turan, Turan…” diye bağırmıyorlar, kendilerine “Ehl-i Rum” diyorlar, şairlerine “Şair-i Rum” adını veriyorlardı. Ve Nedim… Artık bugün böyle büyük bir şairin yetişmesine imkân var mıydı? Bu dâhi “ Yunan aşkı”nı halis bir Rum gibi, Arapça, Acemce terkiplerle ne güzel anlatıyor; hamamda genç bir oğlanın vücudunda incelenen terleri nasıl ilahî ve esatiri bir şevkle terennüm ediyordu. Milliyetperverler Rum ve Bizans “Dersaadet” i öldürmek, yerine kaba bir “İstanbul” yapmak istiyorlardı. Bu ne yamyamca bir hareketti. Türklük kabalık demekti; Yunanlılık ise incelik… Larousse bile “Turquerie” kelimesine kabalık, sabalık manasını veriyordu. Onların Altaylarına, Turanlarına, Gültekinlerine, Kızılelmalarına, Bozkurtlarına, Alageyiklerine, Çamlıbellerine neşideler söylenirken uğursuz boykotaj da mukaddes Yunanlılığın üzerine tüy dikiyordu. Kadehini ağzına götürdü. Nihayetine kadar içti. Dudaklarını mavi kenarlı beyaz mendiliyle silerken alçak sesle:
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Poligami: Çok eşlilik.
2
Poliandri: Bir kadının birden fazla erkekle evlenmesi.
3
Müta nikâh: Bir kadınla para karşılığı belli zaman evli yaşamak.
4
Civil marriage: Resmi nikâh.
5
Promiscuite: Karmakarışık, rastgele cinsî münasebet.
6
Monogami: Tek eşlilik.
7
Libre penseur: Serbest düşünür.
8
Mülkiye-i Şahane: Siyasal Bilgiler Okulu.