Ben-Hur. Lew Wallace
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ben-Hur - Lew Wallace страница 22

Название: Ben-Hur

Автор: Lew Wallace

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-953-0

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      “Hayır.”

      “İsa’nın doğduğunu söylüyorlar.” dedi dedikoducu, hikâyesinin içine dalarak.

      Çamaşırcıların ilgiyle aydınlanan yüzleri görülecek şeydi. Bu arada testiler yere indirilip sahiplerinin sandalyesi oluverdiler.

      “İsa!” diye bağırdı dinleyenler.

      “Öyle diyorlar.”

      “Kimler?”

      “Herkes konuşup duruyor.”

      “Buna inanan var mı?”

      “Bugün Shechem yolundaki Kidron deresini geçen üç adam geldi.” dedi konuşmacı, kuşkuları bastırmak niyetiyle. “Her biri bembeyaz ve şimdiye dek Kudüs’te görülen en büyük develere biniyorlardı.”

      Dinleyenlerin gözleri ve ağızları açık kaldı.

      “Adamlar öyle zenginlerdi ki…” diye devam etti anlatıcı. “İpek tentelerin altında oturuyorlardı, eyerlerinin tokaları da altındandı, tıpkı dizginlerinin püskülleri gibi; gümüşten çanlar gerçekten müzik çalıyordu. Kimse tanımıyordu onları, sanki dünyanın öteki ucundan gelmiş gibiydiler. İçlerinden yalnızca biri konuşuyordu. Yoldaki herkese, hatta kadınlara ve çocuklara bile aynı soruyu soruyordu: ‘Yahudi Kralı nerede?’ Kimse cevap veremedi, kimse ne dediklerini anlamadı. ‘Doğuda onun yıldızını gördük ve ona tapınmaya geldik.’ diyerek geçip gittiler. Kapıdaki Romalıya da aynı soruyu sordu, o da sokaktaki insanlardan daha bilge olmadığını söyletip, onları Herod’a gönderdi.”

      “Şimdi neredeler?”

      “Handa. Yüzlerce kişi onları görmeye gitti bile, yüzlercesi de yolda.”

      “Kimmiş onlar?”

      “Kim bilir? İranlı oldukları söyleniyor, yıldızlarla konuşan bilgeler, belki de İlyas ve Yeremya gibi peygamberlerdir.”

      “Yahudi Kralı da ne demekmiş?”

      “İsa, yeni doğmuş.”

      Kadınlardan biri güldü ve “İyi, görürsem inanırım.” diyerek işine devam etti.

      Bir diğeri de onu izledi. “Ben de ölüyü dirilttiğini görürsem inanırım.”

      Üçüncüsü sakin sakin, “Uzun zamandır vadediliyordu. Onun bir cüzzamlıyı tedavi ettiğini görmek bana yeter.” dedi.

      Gruptaki kadınlar gece olana kadar oturup konuşmaya devam ettiler, havanın soğumasıyla beraber evlerinin yolunu tuttular.

***

      Aynı akşamın ilerleyen saatlerinde, ilk nöbetin başlarında Sion Dağı’nın üzerindeki sarayda, Yahudi yasasının ve tarihinin gizemlerinden birini öğrenmek isteyen Herod’un emri olmadan bir araya gelmeyen yaklaşık elli kişi toplandı. Bunlar öğretmenler, başhahamlar ve şehrin en tanınmış din bilginleri, kanaat önderleri, farklı mezheplerin yorumcuları, Saduki prensleri, Ferisi tartışmacılar, Esseni sosyalistlerinin sakin ve yumuşak konuşan sabırlı filozoflarıydılar.

      Toplantının düzenlendiği oda sarayın iç avlularından birindeydi, oldukça genişti ve Roma tarzındaydı. Yerler mermer bloklarla döşenmişti, penceresiz duvarlar safran sarısı freskliydi, tam orta yerde duran U şeklindeki sedir parlak sarı kumaştan yastıklarla kaplıydı. Sedirin kıvrılan kısmında, altın ve gümüş kakmalı, büyükçe bir bronz sehpa vardı, sehpanın üzerine tavandan her bir kolunda bir lamba yanan yedi kollu bir şamdan sarkıyordu. Sedir ve şamdan Yahudi işiydi.

      Renkleri hariç tuhaf bir şekilde birbirinin aynı olan kıyafetler giymiş grup sedire oturdu. Yaşını başını almış insanlardı; gür sakalları yüzlerini kaplamış, iri burunlarına, kapkara kaşların gölge yaptığı iri kara gözleri eşlik ediyordu. Tavırları ağır ve oturaklı, hatta saygıdeğerdi. Kısacası toplantı Sanhedrim26 gibiydi.

      Sehpanın önünde oturan ve meclisin başı olarak da adlandırılabilecek olan kişi bütün yardımcılarını sağına ve soluna almıştı. Önünde duran toplantı başkanı dinleyicilerin dikkatlerini üzerinde toplamıştı. Kat kat omuzlarından dökülen beyaz elbisesi kasların değil de çarpık bir iskeletin ipuçlarını veriyordu. Elbisenin kırmızı-beyaz çizgili ipekten kolları dizlerinin üzerinde kenetlenen ellerini yarı yarıya saklıyordu. Konuşurken bazen sağ elinin başparmağı ürkekçe uzanıyordu; başka bir hareket yapamıyormuş gibi görünüyordu. Kafası azametli bir kubbe gibiydi. Tel gümüşten daha beyaz birkaç tel saçı vardı. Geniş, yusyuvarlak kafatasının üzerindeki deri ışıkta parıl parıl parlıyordu. Şakaklarında derin boşluklar vardı ve buradan yükselen alnı buruşuk bir kayalık gibi çıkıntı yapıyordu. Gözleri solgun ve donuk, burnu sıkıştırılmış gibiydi. Yüzünün alt kısmı Harun’unki kadar saygıdeğer bir sakalla sarmalanmıştı. Babilli Hillel işte aynen böyleydi! İsrail’de uzun zamandır yok olan peygamberler dizisinin yerini artık âlimler dizisi almıştı, o da öğretide ilk sırayı alıyordu. Yüz altı yaşında hâlâ Büyük Üniversitenin rektörüydü.

      Önündeki masaya İbranice harflerle yazılmış bir parşömen rulosu yayılmıştı; arkasında geleneksel kıyafetleri içinde ona eşlik eden uşağı duruyordu.

      Tartışma yapılmış ve bir sonuca varılmıştı, herkes dinlenme hâlindeydi, saygıdeğer Hillel hiç kıpırdamadan uşağına seslendi.

      “Hey!”

      Genç çocuk saygıyla ilerledi.

      “Gidip krala cevap vermeye hazır olduğumuzu bildir.”

      Çocuk hızla uzaklaştı.

      Bir süre sonra iki subay içeri girdi, her biri kapının iki yanında durdu. Onların ardından kırmızı kenarlı mor elbisesiyle çok çarpıcı bir şahsiyet, yaşlı bir adam geldi; belindeki bant öyle ince bir altındandı ki deri kadar yumuşaktı. Ayakkabı bağları değerli taşlarla ışıl ışıl parlıyordu; dar bir telkâri işlemeden taç, boynunu ve boğazını açıkta bırakarak başını örtüp boynuna ve omuzlarına kadar inen, kırmızı, yumuşak pelüşten bir örtü üzerinde ışıldıyordu. Kemerinden bir hançer sarkıyordu. Bir bastona dayanarak duraklayan adımlarla yürüyordu. Sedirin uç kısmına gelene kadar durup başını kaldırmadı, sonra sanki topluluğun ilk kez farkına varıyormuş gibi doğruldu ve mağrurca etrafına bakındı, ürken ve düşmanını arayan, karanlık, kuşkulu ve tehditkâr bir bakıştı bu. İşte böyleydi Büyük Herod; hastalıklar geçirmiş bir beden, suçlarla katılaşan bir vicdan, becerikli bir zihin, Sezarlarla kardeşliğe uygun bir ruh. Şimdilerde altmış yedi yaşındaydı, ama tahtını hiç bu kadar tetikte olmamış bir kıskançlık, hiç bu kadar despot olmamış bir güç ve hiç bu kadar amansız olmamış bir zalimlikle koruyordu.

      Toplulukta genel bir hareketlenme oldu, daha yaşlılar öne doğru eğilerek selam verdiler, saray mensupları ayağa kalktılar, ardından elleri sakallarında ya da göğüslerinde diz çöktüler.

      Herod saygıdeğer Hillel’in karşısındaki sehpaya kadar ilerledi, başını eğip hafifçe ellerini kaldıran Hillel’in soğuk bakışlarıyla СКАЧАТЬ



<p>26</p>

İbranilerin yüksek mahkemesi. (ç.n.)