Название: Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar
Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-75-4
isbn:
Cuzella: “Ben de bunu düşünüyorum ya! Hem alışverişi büyük ve mühim bir şeydir. Herifin yüzü ise şeytan çehresine benziyor. Benim aklıma ne geliyor biliyor musunuz? Sizi burada saklayıp herifi size göstermek istiyorum.”
Hasan: “Ben burada nasıl saklanabilirim ya?”
Cuzella: “Ben sizi yüreğimde saklarım demedim mi? Üçüncü Pavlos olduğunuz için değil. Yalnız bu resmin müşahhası15 olduğunuz için. Hatta sizi saklayacağımı, daha sizden kim olduğunuzu sormadan ve kim olduğunuzu öğrenmeden vadetmiştim. Benim bu odama kimse giremez. Sizi burada saklarım.”
Hasan: “Ah! Hakkımda gösterdiğiniz bu kadar teveccühe nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Demek oluyor ki beni kulluğunuza kabul ettiniz.”
Cuzella: “Sizin tarafınızdan gördüğüm hüsnükabul ile kendimi mesut addetmekteyim.”
Hasan: “Öyleyse mesut olacağım demektir.”
Çocuğun bu cevabı üzerine kıza ansızın bir durgunluk geldi. Hasan cümleden ziyade bu durgunluğa ehemmiyet vererek “Ama bu sualime bir cevap beklerim.” diye yine dizleri üzerine çökerken kız kolundan tutup kaldırarak “İşte bu sözün de cevabı.” diye elini Hasan’a uzattı. Hasan kızın elini alarak öptükten sonra, artık dünyaya yeniden gelmişe döndü.
Cuzella kendi hâl ve şanına dair Hasan’a pek çok şey söyledi. Hatta babasının kendisini Pavlos’a vermek için zorladığını açtığı zaman Hasan aşırı derecede bir kıskançlık hâli göstermesi üzerine kız, “Korkma efendim, korkma, sen beni kabul ettikten sonra ben senin esirin bile olurum. Zaten şimdiye kadar gönlümün en büyük üzüntülerini resmin temaşasıyla defederdim. Şimdiden sonra dahi hayalinle teselli bularak en büyük musibetlere bile göğüs verebilirim.” diye yeni âşığına teminat verdiği gibi, resmin temaşasıyla nasıl vakitler geçirdiğini dahi anlattı.
Hasan ise “Ben de bu yolda hayatımı, ömrümü ortaya koyarak çalışmak için hiçbir mâni, hiçbir zahmet düşünemiyorum.” diye âşıkane sadakat yolunda her türlü güçlüğü göze alacağına söz vermiş oldu. Kız Hasan’ın yüzüne bakmakla doyamaz, Hasan da kızın yüzündeki lütufkârlık delillerini okuya okuya bitiremezdi. Bir aralık yine başını göğsüne eğip bir tefekkür deryasına daldı. Kim bilir geçmişteki durumları hâldekilerle karşılaştırdıktan sonra da onları gelecekteki durumlara uydura uydura ne neticeler çıkardı ki gözleri yine yaş ile doldu. Hatta bu yaş, bir keder yaşı mıdır yoksa bir emelle mi ilgilidir, onu bile bilemiyoruz. Gözleri kızın gözlerine tesadüf edince Cuzella bu hâlin sebebini sordu.
Hasan: “Hayır, ümitsizlikle gözlerim dolmadı. Bana vadettiğin saadetlerin övüncüne, sevincine havsalam tahammül edemiyor da onun için…”
Cuzella: “Mademki bir seneden beri tapmakta olduğum resmin müşahhasını sende buldum, her nasıl teminat istersen verebilirim ki bu gece sana gösterdiğim histen ayrılmayacağım. Lakin seni böyle üzüntülü görmek istemem. Hatta dediğin gibi övünç ve sevinci havsalana sığdıramıyorsan bile yine teessüf ederim. Zira sevince tahammül edemeyen adam, ümitsizliğe hiç tahammül edemez.”
Hasan: “Ben bir kere yüzünüzü yakından görmek, bir de ayağınızın tozuna hâlimi arz etmek için ölümü gözüme almışım demektir. O kadar emniyetsizlik üzerine şimdi bu derece ümitler peyda edersem bu övüncü nasıl havsalama sığdırabilirim?”
Biz ki Hasan’ın hâlini bir dereceye kadar öğrendik. Biçare çocuk haydutlar içinden kurtulabilmek yolunu arayıp bulamamakta iken, şimdi bir de maddi ve manevi en büyük saadet yolunu bile bulmuş olması üzerine ne kadar sevinmekte olduğunu muvazene edebiliyoruz. Ama bakalım Hasan sırf bu memnun hâl içinde miydi? Haydutlardan henüz kurtuldu mu ya? Arkadaşları hâlâ avluda. Konak içinde bu kadar eğlendiği hâlde eli boş çıkarsa en evvel arkadaşları ne derler? Gerçi orada kız kendisini saklayacak. Lakin çıkmak lazım geldiği zaman nasıl çıkacak?
Hasılı, Hasan’ın gözüne yaş getiren şey keder miydi? Yoksa sevinç miydi? Burası bilinemez. Özellikle de çocuğun önceki hâllerini bilmiyoruz ki durumu güzelce muhakeme edelim.
Her ne hâl ise iki âşık ve âşıkanın sohbetleri bir iki saat sürdü. O gidişle sabaha kadar da sürecekti. Ancak fevkalade bir vaka ortaya çıktı ki sohbeti değil ortalığı dahi karmakarışık etti.
İkinci Bölüm
Sohbeti değil ortalığı dahi karmakarışık eden vakanın başlangıcı, insanın tüylerini ürpertecek kadar acı bir ıslık idi ki bahçe kapısı cihetinden geliyordu. Bu ıslığı işitince Hasan Mellah yerinden fırladı. Cuzella “Ne oldu, nedir o ses?” sualini sorarken bir ıslık dahi pencere altından geldi. Hasan kızın yüzüne bakınca ölü benzi gibi bir beniz gördü. “Siz ne kadar korkuyorsunuz, işte basılmışız demek. Asılacak, idam olunacak benim. Bizi şimdi tutup da deniz haydudu diye asarlar, sizin namusunuz halelden muhafaza edilmiş olur.” dedi. Kız ise “Seni yüreğimde saklarım demedim mi? Saklarım, sen korkma!” sözleriyle Hasan’a teselli verip Hasan “Hayır, saklı olduğum yerde beni bulurlarsa o zaman sizin için hem daha ayıp hem de tehlikeli olur.” diye kabul etmemek istediyse de Cuzella “Ben seni bir yere, bir suretle saklarım ki bulunmak ihtimali yoktur.” diye kütüphanenin alt dolabını açtı. Dolabın derinliği bir buçuk metre kadar olup en büyük ciltlerden yalnız bir sıra kitap dizilmişti. Kız, Hasan’ın da yardımını isteyerek kitapları çıkardılar. Hasan dolabın içine girdikten sonra kız yine kitapları ön tarafa dizip o hâle koydu ki dolap açılıp da bakılsa hıncahınç kitap dolu zannolunurdu. Cuzella ile Hasan Mellah bu ameliyatta bulundukları müddet bahçede gürültü çoğaldı. Bir aralık pencere altında bir, iki, üç kişi toplanıp boğuk sesler ile “Arkadaş! Arkadaş!” diye seslenmişlerdi. Sonra uzaktan uzağa silah şakırtıları işitilmekle o üç kişi oradan savuştular. Sonra kalın ve dik bir ses: “Hay! Konak halkı daha uykuda mısınız? Kalkınız. Konağınızı hırsızlar basmış da haberiniz yok mu?” diye haykırıp. bu sesten biraz sonra dahi uşaklar dairesi tarafından ayak patırtıları ve sesler gelmeye başladı. Jandarmalar bahçe içinde tavşan kovmakta bulunan tazılar gibi sekiyorlar, sıçrıyorlardı. Derken bir ses “Ha, işte birisi burada!” dedi. Diğer bir ses “Na, işte birisi de kaçıyor, çeviriniz!” diye bağırdı. Bunu müteakip bir, bir daha silah patladı.
Gürültü bir dereceye geldi ki, mahşer gibi!.. Alfons dahi uyanıp telaşla dışarıya fırladı. Bir yandan zaptiyeler bağırır, bir yandan uşaklar telaş eder, bir tarafta dahi birkaç zaptiye yakalamış oldukları bir hırsızı döverler ve yine o tarafta hırsız dayak yemiş köpek gibi inler.
Hasılı, Alfons, zaptiyelerin kumandanı bulunan teğmen ile beraber gürültüyü yatıştırdı. Üç hırsızı tutmuşlar, birisini darp ettiklerinin sebebi kaç kişi olduklarını söyletmek içinmiş. Herif dayağa dayanamayarak “Dört kişiydik, birisi şuradan konağın içine girdi.” diye Hasan Mellah’ın girmiş olduğu ağacı gösterdi. Dolayısıyla zaptiyeler, uşaklar çepeçevre konağın etrafını sardılar. Teğmen ile Alfons ve bir uşak, bir de onbaşı konağın içine girip aramaya başladılar.
En evvel Cuzella’nın odasına girecekleri tabiidir. Kızı uykuda buldular. O kadar derin uykuya dalmış ki bu kadar gürültüyü СКАЧАТЬ
15
Müşahhas: Şahıs haline girmiş, şahsiyeti belli olmuş. Şahıslanmış, teşhis edilmiş. (e.n.) 89